11 Nisan 2012 Çarşamba

KÖPEK

Adidas reklamını izlemişsinizdir, bilimum ünlü en son model üç çizgili ayakkabılarını giymiş,koşuyor..

O reklamı izlediğimde çok istedim koşmayı.. Şöyle sabah erkenden kalkıp sahilde koşsam, sonra taze portakal suyu içsem... İşe gitsem sonra diye..

Tabiki beceremedim; ben ki haftasonu tatillerimde İstanbul'a gidip Beyoğlunda turlamak isteyip de sabah olduğunda 'ameeeaaan boşver haftaya gidersin' diyen insan, kaldıki koşmak için sabahın köründe kalkıyım.. 

Uykuyu çok seviyorum ben öyle böyle değil..

Ama en sonunda karar verdim.Zorlandım ama kalktım, başardım yani; eşofmanlarımı giydim.. Hava nasıl diye bakmak için pencereden bakayım bir dedim.. En sevdiğim görüntü(!) ile karşılaştım.

Yahu arkadaş, bu köpekler ne ayak? Sabah olunca birleşip mahalleyi turluyorlar..
Mahallenin namusu bizden sorulur der gibi yürüyorlar zaten, sapık olarak da beni ilan ettiler. Adımımı atmamla 'yakalayın hovv hovv' diye peşimden koşuyorlar ya!!

Pencereden bakarken gördüm; gözlerinden okudum resmen; şöyle diyorlardı '' gelse-ee gelse-ee bişiyy yapmıyycaz''. Tırstım, uyudum tekrar.

Köpeklerin, kendilerinden korkanları tespit edebilme yetenekleri vardır, derler. Şimdi yazsam inanmazsınız, ama doğru, bende test edildi. ( isteyerek değil)

Yani kısaca bana saldırıyorlar..

Hatta; en sonuncusunda, ben; koca kız 'aaanneeeaaa' diye bağırdım.. O da başka bir hikaye..

Aslında ben şuraya bağlayacaktım; bence benden iyi reklam senaryosu yazarı olurdu, büyük ihtimal yapılmıştır böyle bir reklam ama şöyle bişey düşündüm, paylaşıyım dedim :)...

Benim gibi birisi evden çıkarken; bu üç çizgili ayakkabıları giysin, yüzünde sinsi bir gülüş olsun bu kızın,
köpekleri peşine taksın, koşssunlar çok, ama köpekler bunu yakalayamasın

Sonra; ertesi sabah; köpekler bu üç çizgili ayakkabıları giysin, dört patiye birden. Sonra da köpekler sinsice gülsün ve reklam bitsin.


Hayvanları sevelim; onları koruyalım. :)



10 Nisan 2012 Salı

BEKLENTİLİ TEBESSÜM

Ben aslında iyi bir anlatıcıyımdır; yani ne biliyim, güleriz çok..

Ama 3-5 arkadaşın bulunduğu bir ortamda 'Ya Rezzan şunu anlatsana, süperdi ya valla' dediklerinde; olmuyor arkadaş...
Gelişine vurmak lazım bu durumlarda; içinden gelmeli anlatmak..

Hayır yani, bırak beni, dinleyenler için de bir eziyet.. Zaten dikkat edin, bu durumlarda insanlar anlayış göstermede oldukça bonkör davranıyor.. Tabi acıyorlar o durumda insana; tebessümle dinliyorlar..

Suratında anlatmak zorunda kalma hissinin ifadesi; kendinden emin olmayarak, kekleyerek; kendi güldüğü şeyi anlatan bir tip..

Beklentili tebessüm seni dinleyenlerin yüzlerinde..

Ama;. ya konunun bittiğini anlamazlarsa? Oooffffff.... Beklentili Tebessüm devam eder yüzlerinde. (öl burda daha iyi)

Aynı şeyi tekrarlayıp durursun, çırpınırsın demek daha doğru..

'Çok komikti ya, hehehe, Çok güldük yaaa, heeeehhee, valla süperdi heheheh..'

İçinden şu geçer: ''Anla nan anla! Bitti!''

Son zamanların ağrı kesici bir cümlesi varki; işte onu kullanınca insanlar bu durumu anlıyorlar:
'' Paylaşıyım dedim.''
 Ama bunun modası da geçmek üzere; bu duruma başka bir ifade bulmak gerek..

''Dermişiiiim'' vardı bir aralar; kullanılmaz oldu (çok şükür). 'Paylaşıyım dedim' de böyle olacak.. Birşeyler yapmalıyız; bu durumdan kurtaracak cümleler üretmeliyiz..

9 Nisan 2012 Pazartesi

CHOKELLA

Kırmızı, derin ve kulllan at özelliğiyle saklama kabı niteliğinde olan chokella kutuları annem tarafından tercih edilmekte olup her buzdolabını açtığımda moral bozukluğuyla buzdolabı kapağını kapatmama neden olur bu kırmızı derin chokella kapları.

Sabah kalkıyorum erkenden işe gitmek için; bazen, çok nadir, çay demliyorum; ekmeğimi alıyorum... 'aaaa' diyorum, 'dolapta chokella vardı'..
Dolabı açıyorum, chokella kabını açıyorum; manzara müthiş (!)...

Daha içinde chokella gören olmadı. Ya dünden kalan yemek ya salça ya da ne biliyim yoğurt falan oluyor içinde..

O değil de; içinde sebze yemeği olunca çok kötü oluyor insan.. Misal kabuska gibi..
Senin beklentin o iştah açan, mis kokulu çikolata iken içinden kabuska çıkıyor ya!..

Dediğim gibi içinde daha çikolata gören olmadı; isyan ediyosun tabi bir zaman sonra..

Geçenlerde annem dediki : ' Başımın etini yiyorsunuz chokella diye, aldım, bir haftadır, kapağını açmamışssınız'

'Neden acaba?' acaba diyorum, hep beraber gülüyoruz ve içinde kapuska olan chokella kabının yanındaki açılmamış chokella kabını açıp afiyetle yiyoruz..

Aldı tabi beni bir düşünce; kim bilir o kutunun içine koyulacak?

8 Nisan 2012 Pazar

AJAN

Siyah boğazlı kazak, dar deri pantolon, topuklu ayakkabılar, siyah buğulu bir makyaj, sımısıkı toplanmış atkuyruğu olan güzel kadın; elinde susturucu takılmış bir silahla; sırtını duvara verip yavaş yavaş ana bilgisayarın olduğu odaya girer.

Flashı bilgisayara takar; hızlı hızlı klavyeyi tuşlamaya başlar; ekranda yazılar hızlı hızlı akmaya başlar. Yüzüne ekranın yeşil- mavi ışığı vurur ve sinsice gülümser...
Her şeyi anlamıştır o an..

Düşünüyorum da; o topuklu ayakkabılarla yürümek bile imkansızken; bir de üzerine sessiz olunması gerek; zor zanaat.. Sadece bu da değil..
Mesela...
Bilgisayarı nasıl o kadar net kullanıyorlar?
Nerden biliyorlar; gizli şeylerin o dosyada olduğunu?
Ya da o bilgisayar o kadar önemliyse eğer; neden başında kimse yok? Şifre yok?

Kendimi düşünüyorum da ; ajan falan olsam ben..
Topuklu ayakkabı da şart olsa; dolgu topuk giyerdim heralde :)

 Bilgisayar odasına girdiğimde; bilgisayarlardan anlamadığım için anlayan bir arkadaşımı arar:
 ' Nereye bascam ben şimdi? Ekranda böööle şeyler var.. Dosyalar falan.. Bi kapatıp açsam mı?'  derdim büyük ihtimal..

Herkesin yapabileceği işler vardır ve yapamayacağı.. Mesela benden  çocuk bakıcısı, ajan, kuaför veya şair olmaz.

Hayatımın şu aşamasında hala öğrenecek çok şey; öğretilecek çok şey olduğunu biliyorum ve ben öğretici olmaktan gurur duyuyorum.

Ama belli olmaz, ajanlık da fena gelmedi; belki siyah boğazlı kazak alırım ilk adım olarak..





 


6 Nisan 2012 Cuma

SAĞLIK

Bizim ailemizde genetik sanırım.
Herkesin yaptığı şeyleri biz yaptığımızda daha çabuk dağılıyoruz. Hemen tipimize yansıyor.

Sofya'da okuyan kardeşim geldi bugün. Bir arkadaşıyla birlikte otobüsle gelmişler.
Muhabbet ederken söyle dedi:  'Ya abla mola yerinde bir arkadaşıma baktım bir bana. İkimizde aynı saatte bindik otobüse; o sanki hiç yolculuk yapmamış gibiydi; bense sanki Çin'den yürüyerek gelmişim gibiydim'.

Doğru gerçekten.. Mesela etüt saatlerimizin  aynı olduğu diğer hoca arkadaşlarım dersten çıktıklarında; derse nasıl girdilerse aynılar; onlar dersten çıktığında gayet dinçler; ama ben...
Böyle bir perişan, saçlarım elektrklenmiş vaziyette, ağız dolusu küfürle çıkıyorum derslerden.
Daha beni 'dinlenik' gören olmadı. Vitaminsizmiyim neyim, bilemedim.

O değil de bu değişim konusunda en çok takıldığım şu; otobüste ayakta giderken nasıl bir ifadem var, hiç bilmiyorum, 80 yaşındaki amca kalkıp yer verdi ya bana, bu olay 1-2 kere oldu, ona çok içerledim.
-' geç evladım geç, hastasın'

Aslında turp gibiydim; ama bozmadım tabi; iki kere öksürüp tıksırdım, teşekkür ettim, oturdum.

Bir de; biri bana 'hasta mısın? pek iyi görünmüyorsun' dediğinde; hışımla 'yoh ya iyiyim diyorum'..
Sonra yavaş yavaş 'kötü müyüm nan yoksa, evet evet kesin kötüyüm' deyip günün devamını ''hastalıklı'' olarak geçiriyorum.

-'' Ay aman valla ölüyorum, anam anam anam'' falan diyorum hatta, utanmasam başımı tülbentle sıkacağım o kadar..

Aslında fiziken ben çok sağlıklıyım. İyiyim ben yani.

5 Nisan 2012 Perşembe

HELACI

Evlerinin onu boyali direk' diye bir sarki vardi bi aralar, Öyku-Berk soyluyordu..
O sarkinin soyle bir sozu vardi; 'her aciya dayanamaz bu yuuureeek..' Diye.. Iste ben ordaki 'her aci' lafini, senelerce ne olarak anladim ve o sarkiya eslik ettim, biliyomusunuz.. 'HELACIYA'...
Sacma geldigi zamanlarda mantik cercevesine de otturdum guzelce bu lafi.. Soyle 'gonul bu,, ota da konar...' diye... Bi terslik oldugunu cok cok uzun zaman anlamadim, yani 'manda yuva yapmis sogut dalina' diye fizik kanunlarina aykiri bir durumu benimseyen turkuler vardi da, helaci niye sevilmesindi,alla allahti.. diye dusunmustum.. Bide eslik ettim ben zamaninda , canli muziklerde buna.. Ay ay, dusunsene 'helaciya dayanamaz bu yuuureeek' diye bagira bagira sarkiya eslik eden bir tip, allah benim iyiligimi versin emi..

KİMSİN?

Arkadaşlık adına söylenebilecek pek söz yok aslında.
Çoğu zaten düşünülmüş, söylenmiş, hatırda kalmış, sürekli tekrarlanmış şeyler..

Her arkadaşlığın alanı, ortamı bir başka. Okul arkadaşlığı, sınıf arkadaşlığı, dersane arkadaşlığı, üniversiteden arkadaş, çocukluk arkadaşı..

Hangisinin önemli olduğu önemli değil aslında. Yanında mı? Yanında olmasa bile ya- nın- da- mı?
Bu değil mi önemli olan?

Benim okul arkadaşlarım var.  Sıramı paylaştığım..
Benim çocukluk arkadaşım var.
Benim üniversiteden arkadaşım var.
Benim dersaneden arkadaşlarım var.
Benim ev arkadaşlığı yaptığım arkadaşım var.
Benim yurt arkadaşlarım var.
Benim hiç görmediğim arkadaşım bile var.

Hiç biri birbiriyle aynı değil; onları aynı ortama koysan birbirlerini gırtlaklar heralde..
Hepsinin bir araya geleceği gün ya düğünündür ya cenazen.

Aslında mesele hepsinin bir araya gelmesi de değil; zaten her biri başkadır; herbiriyle  başka başka aktiviteler yapabilirsin..

Kimi tatlile çıkabileceğin ; kimi film izleyebileceğin; kimi iş hayatından dert yanabileceğin; kimi ise dedikodu yapabileceğin arkadaşlarındır.

Her biri ayrı ayrı tanımlar seni. Her birine; bir kağıda seninle ilgili üç özellik yazmasını söylesen; çok farklı şeyler çıkar. Annenin seni tanımlarken kullandığı kelimelere tam terstir genelde bu bulgular.

Peki ben gerçekten kimim, hangisiyim ?