20 Nisan 2012 Cuma

ZAM

Geçenlerde,  güzeller güzeli Nazya bebek yavaş yavaş konuşmaya başladı. 

Bebeklerin favori ilk kelimelerinden olan; iki aynı heceyi peşpeşe söyleme geleniğini sürdürmekte terddüt etmedi Nazya Bebek.. 'baba, dede' gibi  kelimelerle başladı. 'Pepe' de cabası.

O an ailenin tüm büyüklerinden övgü, gurur, şirinliğe karşı iç gıcıklanmasıyla karışık 'ay ay ay' sesleri yükselirken şunu düşündüm.

Sevgiye, ilgiye ' zam' geliyor arkadaş.

Kimbilir bana zamanında ne övgüler yapıldı. 'kahverengi ye, 'kakkarengi' dediğimde ne çok sevildim kim bilir. İlk adımım nasıl da sevinçle karşılandı kimbilir. (Bu arada ben 9 aylık yürümüşüm. İnceden gurur duyarım da :)) 


Şimdi ise yürüyorum diye ne bir alkış, konuşuyorum diye ne bir övgü, tuvaletimi altıma yapmadığım için ne bir teşekkür.. Büyümek zor zanaat.. Öyle birşey beklemiyorum tabi ama eskisi kadar takdir görmek zorlaşıyor mu ne?


Liseden mezun oluyorsunuz yetmiyor, üniversite kazanmanız bekleniyor.
Üniversiteyi kazanıyorsunuz, bu sefer de mezun olmanız bekleniyor.
Mezun oluyorsunuz, iş bekleniyor. İş buluyorsunuz evlilik, sonra çocuk, çocukların iyi yetiştirilmesi vs..
Övülemiyorsunuz bir türlü. 


Tek bir adımınızın övüldüğü, tek bir kelimenizin sürekli size tekrar ettirilmeye çalıştıldığı günler geride kaldı. Ve işin en kötü tarafı bunları hatırlamıyorsunuz.

Sevgiye, ilgiye daha fazla zam gelmeden stoklayın bence. 
En azından bu seferkiler unutulmayacak.





 

17 Nisan 2012 Salı

KÜÇÜK KARDEŞ

Erken kalkan bir çocuktum ben zaten.

Güneş ışığı, perdelerin arasından sızarak; gözlerimi açmamı; bütün kış beklediğim günün geldiğini fısıldayarak uyandırdı beni.

Babannem çoktan kalmış, sobaya odun atmış, sobayı tutuşturmuş; sobanın üzerindeki çamaşırlığa,  babamın gönderdiği çoraplarımı kuruması için asmıştı bile.


Ona belli etmeden, ses etmeden, usul usul abimin artık eskimiş, ona küçük gelen kabanını giydim. 
Usul usul giyinmesem bile duymazdı ya.. 

Yavaşça sokak kapısını açtım. Günlerdir ayazın kesiklerine alışmış yüzüm hemen hissetti havanın yumuşadığını.

Çürümüş tahta merdivenlerden aşağıya hızlı hızlı indim. Arka bahçeye doğru olanca gücümle koştum.

Çok erkendi, kimsecikler yoktu.
Bembeyaz bir denizdeydim sanki. Yavaş yavaş, abimin delinmiş ayakkabısı altında ezilen karların gıcırtısını duya duya ilerledim. 

Sonra birden durdum, arkama döndüm, geldiğim yola baktım.

Sadece benim ayak izlerim vardı. Sadece benim!

Sadece bana ait olacak bir dünya kurmaya o an karar vermiştim, üzerimde abimin kıyafetleriyle.

 





 

14 Nisan 2012 Cumartesi

SEVGİLİ GÜNLÜK

Sevgili Günlük;

Eşyalardan sadece sana ' sevgili' denilmesinin altında yatan sebep nedir? 

Sır saklayacağına ilişkin yerleşik inanç mı? 
Hayır, çünkü; biliyorum ki, ortaokulda tuttuğum günlük herşeyi, a'dan z'ye anneme anlatmıştı.

Bugün bir değişiklik yapalım, sen benim hayatımı üzerinde değil; ben senin hayatını üzerimde taşıyayım. Ama açık ol, kimse okuyamayacakmış gibi, bilmeyecekmiş gibi.

Sevgili Rezzan;

Bugün yine beni kitap dolabına kaldırmayı unuttuğun için masanın üzerindeydim.
Sonra annen geldi : 'Hiç sormuyor bu kız kendine, evlenince de çekecekler mi beni diye' diyerek yerdeki tersi dönmüş kazakları ( Bu arada önce kazağını, sonra içine giydiğin body i çıkar, ikisini birlikte çıkarmışsın ters ters, gerçekten dağınıksın) topladı, araya beni de sıkıştırdı, dolabın içine koydu.


Ara ara bir yükselip bir alçalan ses tonuyla söylenerek yatakları topladı annen. Gerçekten koca kız oldun Rezzan, topla şu odanı artık.


Neyse, dolabın güzel kokuyordu, ama ortamda bir gerginlik vardı. Yeşil kazağının üzerine tahta kaleminin boyası mı dökülmüş ne, giymiyormuşsun galba, çok üzüntülüydü. Etiketi üzerinden çıkmamış atkı onu teselli ediyordu. ' Bak bana o kadar para verdi, daha kullanmadı bile beni'

Bir tane hırka vardı kıs kıs gülüyordu, onu giyiyormuşsun galba hep.
Sahi sen neden hep aynı şeyi giyiyorsun? Atkıyı da tak bir gün havalar ısınmadan, çok iyi bir atkıya benziyor, tanısan sen de seversin.

Neyse, madem ben yazacağım senin üzerine biraz da ince işlerden bahsedeyim :).

Borçlar Hukuku kitabın beni beğenmiş galba; kitap dolabındaki şu 2010 basım olan; söyle ona hiç işim olmaz, borçla harçla..

Ceza hukuku da boş değil bana karşı ama çok maço, işim olmaz onunla da, vurdulu kırdılı. 

Ben, aslında Medeni Hukuk 'u beğeniyorum, ama bişey yok tabii :) 
Daha sonra gelişmeleri anlatırım.

Oh valla, iyi geldi, içim açıldı biraz.




  

11 Nisan 2012 Çarşamba

KÖPEK

Adidas reklamını izlemişsinizdir, bilimum ünlü en son model üç çizgili ayakkabılarını giymiş,koşuyor..

O reklamı izlediğimde çok istedim koşmayı.. Şöyle sabah erkenden kalkıp sahilde koşsam, sonra taze portakal suyu içsem... İşe gitsem sonra diye..

Tabiki beceremedim; ben ki haftasonu tatillerimde İstanbul'a gidip Beyoğlunda turlamak isteyip de sabah olduğunda 'ameeeaaan boşver haftaya gidersin' diyen insan, kaldıki koşmak için sabahın köründe kalkıyım.. 

Uykuyu çok seviyorum ben öyle böyle değil..

Ama en sonunda karar verdim.Zorlandım ama kalktım, başardım yani; eşofmanlarımı giydim.. Hava nasıl diye bakmak için pencereden bakayım bir dedim.. En sevdiğim görüntü(!) ile karşılaştım.

Yahu arkadaş, bu köpekler ne ayak? Sabah olunca birleşip mahalleyi turluyorlar..
Mahallenin namusu bizden sorulur der gibi yürüyorlar zaten, sapık olarak da beni ilan ettiler. Adımımı atmamla 'yakalayın hovv hovv' diye peşimden koşuyorlar ya!!

Pencereden bakarken gördüm; gözlerinden okudum resmen; şöyle diyorlardı '' gelse-ee gelse-ee bişiyy yapmıyycaz''. Tırstım, uyudum tekrar.

Köpeklerin, kendilerinden korkanları tespit edebilme yetenekleri vardır, derler. Şimdi yazsam inanmazsınız, ama doğru, bende test edildi. ( isteyerek değil)

Yani kısaca bana saldırıyorlar..

Hatta; en sonuncusunda, ben; koca kız 'aaanneeeaaa' diye bağırdım.. O da başka bir hikaye..

Aslında ben şuraya bağlayacaktım; bence benden iyi reklam senaryosu yazarı olurdu, büyük ihtimal yapılmıştır böyle bir reklam ama şöyle bişey düşündüm, paylaşıyım dedim :)...

Benim gibi birisi evden çıkarken; bu üç çizgili ayakkabıları giysin, yüzünde sinsi bir gülüş olsun bu kızın,
köpekleri peşine taksın, koşssunlar çok, ama köpekler bunu yakalayamasın

Sonra; ertesi sabah; köpekler bu üç çizgili ayakkabıları giysin, dört patiye birden. Sonra da köpekler sinsice gülsün ve reklam bitsin.


Hayvanları sevelim; onları koruyalım. :)



10 Nisan 2012 Salı

BEKLENTİLİ TEBESSÜM

Ben aslında iyi bir anlatıcıyımdır; yani ne biliyim, güleriz çok..

Ama 3-5 arkadaşın bulunduğu bir ortamda 'Ya Rezzan şunu anlatsana, süperdi ya valla' dediklerinde; olmuyor arkadaş...
Gelişine vurmak lazım bu durumlarda; içinden gelmeli anlatmak..

Hayır yani, bırak beni, dinleyenler için de bir eziyet.. Zaten dikkat edin, bu durumlarda insanlar anlayış göstermede oldukça bonkör davranıyor.. Tabi acıyorlar o durumda insana; tebessümle dinliyorlar..

Suratında anlatmak zorunda kalma hissinin ifadesi; kendinden emin olmayarak, kekleyerek; kendi güldüğü şeyi anlatan bir tip..

Beklentili tebessüm seni dinleyenlerin yüzlerinde..

Ama;. ya konunun bittiğini anlamazlarsa? Oooffffff.... Beklentili Tebessüm devam eder yüzlerinde. (öl burda daha iyi)

Aynı şeyi tekrarlayıp durursun, çırpınırsın demek daha doğru..

'Çok komikti ya, hehehe, Çok güldük yaaa, heeeehhee, valla süperdi heheheh..'

İçinden şu geçer: ''Anla nan anla! Bitti!''

Son zamanların ağrı kesici bir cümlesi varki; işte onu kullanınca insanlar bu durumu anlıyorlar:
'' Paylaşıyım dedim.''
 Ama bunun modası da geçmek üzere; bu duruma başka bir ifade bulmak gerek..

''Dermişiiiim'' vardı bir aralar; kullanılmaz oldu (çok şükür). 'Paylaşıyım dedim' de böyle olacak.. Birşeyler yapmalıyız; bu durumdan kurtaracak cümleler üretmeliyiz..

9 Nisan 2012 Pazartesi

CHOKELLA

Kırmızı, derin ve kulllan at özelliğiyle saklama kabı niteliğinde olan chokella kutuları annem tarafından tercih edilmekte olup her buzdolabını açtığımda moral bozukluğuyla buzdolabı kapağını kapatmama neden olur bu kırmızı derin chokella kapları.

Sabah kalkıyorum erkenden işe gitmek için; bazen, çok nadir, çay demliyorum; ekmeğimi alıyorum... 'aaaa' diyorum, 'dolapta chokella vardı'..
Dolabı açıyorum, chokella kabını açıyorum; manzara müthiş (!)...

Daha içinde chokella gören olmadı. Ya dünden kalan yemek ya salça ya da ne biliyim yoğurt falan oluyor içinde..

O değil de; içinde sebze yemeği olunca çok kötü oluyor insan.. Misal kabuska gibi..
Senin beklentin o iştah açan, mis kokulu çikolata iken içinden kabuska çıkıyor ya!..

Dediğim gibi içinde daha çikolata gören olmadı; isyan ediyosun tabi bir zaman sonra..

Geçenlerde annem dediki : ' Başımın etini yiyorsunuz chokella diye, aldım, bir haftadır, kapağını açmamışssınız'

'Neden acaba?' acaba diyorum, hep beraber gülüyoruz ve içinde kapuska olan chokella kabının yanındaki açılmamış chokella kabını açıp afiyetle yiyoruz..

Aldı tabi beni bir düşünce; kim bilir o kutunun içine koyulacak?

8 Nisan 2012 Pazar

AJAN

Siyah boğazlı kazak, dar deri pantolon, topuklu ayakkabılar, siyah buğulu bir makyaj, sımısıkı toplanmış atkuyruğu olan güzel kadın; elinde susturucu takılmış bir silahla; sırtını duvara verip yavaş yavaş ana bilgisayarın olduğu odaya girer.

Flashı bilgisayara takar; hızlı hızlı klavyeyi tuşlamaya başlar; ekranda yazılar hızlı hızlı akmaya başlar. Yüzüne ekranın yeşil- mavi ışığı vurur ve sinsice gülümser...
Her şeyi anlamıştır o an..

Düşünüyorum da; o topuklu ayakkabılarla yürümek bile imkansızken; bir de üzerine sessiz olunması gerek; zor zanaat.. Sadece bu da değil..
Mesela...
Bilgisayarı nasıl o kadar net kullanıyorlar?
Nerden biliyorlar; gizli şeylerin o dosyada olduğunu?
Ya da o bilgisayar o kadar önemliyse eğer; neden başında kimse yok? Şifre yok?

Kendimi düşünüyorum da ; ajan falan olsam ben..
Topuklu ayakkabı da şart olsa; dolgu topuk giyerdim heralde :)

 Bilgisayar odasına girdiğimde; bilgisayarlardan anlamadığım için anlayan bir arkadaşımı arar:
 ' Nereye bascam ben şimdi? Ekranda böööle şeyler var.. Dosyalar falan.. Bi kapatıp açsam mı?'  derdim büyük ihtimal..

Herkesin yapabileceği işler vardır ve yapamayacağı.. Mesela benden  çocuk bakıcısı, ajan, kuaför veya şair olmaz.

Hayatımın şu aşamasında hala öğrenecek çok şey; öğretilecek çok şey olduğunu biliyorum ve ben öğretici olmaktan gurur duyuyorum.

Ama belli olmaz, ajanlık da fena gelmedi; belki siyah boğazlı kazak alırım ilk adım olarak..