27 Haziran 2012 Çarşamba

C.TAZ-1

Avcunun içindeki soğumaya yüz tutmuş kahve kupasını, sıcaklığını hissetmek için sıkmaya başladı; onu görebilmek için gözlerini  sıkıca kapadığında.

Kahvenin, karnındaki derin kara deliği yamamayacağını anladığında, bir kaç kadeh içmeye karar verdi.
Gardrobuna doğru yürüdü. İtinayla katlanmış maslahını bir çırpıda üzerine geçiriverdi.
Kirden buğulanmış boy aynasına baktı. Düşündü.

 Kulağına uç kere tekerrür edilen adından daha çok tiryakisi olmuştu maslahinin. Adı/ sanı kimin umrundaydi ki zaten, baskalarına bakarak resmettigi maslahinin yanında .


Başını, biraz önce kalktığı, pencerinin kenarındaki koltuğa doğru çevirdiğinde, telefonun ışığının yanıp söndüğünü gördü.

Ekranda, 'Kapıdayım' yazıyordu.

Minik minik iğnelerin vücuduna işkence etmesine alıştığından hiç bir mimiği buna tepki vermedi.

Ayaklarını sürüye sürüye kapıya doğru ilerledi. 
Kapıyı açtığında onun oluk oluk kibir akan kahverengi, çekik gözlerini gördü.
Ağzı o kadar kurumuştu ki; onu, içeriye sözleriyle değil; beden diliyle davet etti.

O, biraz önce kalktığı pencerinin kenarındaki koltuğa atmıştı bile kendini. 
İsyan dolu sözleri odaya yayılmaya başladığında, onunla geçirdiği zamanları düşünmeye başladı. 

Dinlemediği anlaşılmasın diye başını ritmik hareketlerle aşağı yukarı sallamayı da ihmal etmedi.

 Artık, bayatlamisti sabri, kaç kere söylemişti halbuki "ağzını sıkı sıkı kapat" diye. Ufaladi önce avcunun icine, bayat sabırla besledi onun dinmek bilmeyen kendini begenmisligini.


Tüm bu düşüncelerden sıyrıldığında, maslahı konuşmaya başladı:
^^Sus/ düşünme/ dikkat etme/ odaklanma/ duyma/ görme/ hatırlama/ kovalama/ bekleme/ hiç bir yere gitme- hiç bir yerden dönme/ aldığın kararları yavaş yavaş yere bırak ve arkana yaslan derin derin nefes al/ endişelenme gecti tatlım gecti, bitti gitti.^^

 




 

26 Haziran 2012 Salı

DER-TOP



Farkettim ki hava sımsıcak olduğundan beri hareketlerimde daha ekonomik davranmaya başladım..!
Yemek yapmaya üşenip 3 öğünü tek öğünde hallediyorum, açlıktan ölecek gibi olup biri gelip birşeyler hazırlar mı acaba diye bir mucize bekliyorum, kimse gelmiyor yemek yemiyorum. Işığı kapatmak için çoraplarımı yada yakınımda ki kelebek tokamı düğmeye atıp denk getirmeye çalışıyorum, denk gelmezse ışığı açık bırakıyorum ama sıklıkla denk getiriyorum. Yataktan yada oturduğum yerden kalkıp harekete geçmek için 5-10-15-..? dakika oyalanıyorum ve bazen yapacağım şeyden vazgeçiyorum. Çamaşırları asmamak için yıkamıyorum, yıkanmış çamaşırları ütülememek için toplamıyorum. Sıksık susamayayım diye tek seferde 3 bardak su içiyorum, sonra çişim gelmesin diye dua ediyorum. Üşenmek eylemine gönülden bağlıyım.
Derlenmeliyim, kısmet! :)

YAZ SICAKLARI ve ESAMELERİ

Bugün havanın sıcak olmasıyla birlikte görülen sokak hareketleri:
Güneş tepede nazlı nazlı yakmaktadır, uzun ve açık saçlarla gezen kişi ensesine sürtünerek ona yarenlik eden, yaz gecesi yün battaniye örtünmüş hissi veren saç-ense entegrasyonuyla salınırken, 1 an gelir, el tokaya gider, saç belinden kavrandığı gibi, tokanın kollarına bırakılır. İşte o andan sonra kişinin sıfatında, kurak sahaya sağanak yağmur yağmış gibi, sıcak havada şemsiye altında takılan amcalar/teyzeler gibi 1 ferahlık hasıl olur. Bünyeyi nasıl ağırlıklar altında ezdiğini anlayan 'toplanmış saç' ve açılan 'ense kökü' huzur dolu his dalgalarıyla salına salına yoluna devam eder, gider gider gider :)





25 Haziran 2012 Pazartesi

Çanlar Suriye için çalıyor

            Evet biraz eskilere dönelim I.ci Dünya savaşının başlarında Almanyanın Osmanlıyı resmi olarak savaşın içine çekmeye çalıştığı o dönemlere. Hepimiz Yavuz ve Midilli isimli hafif zırhlı gemileri hatırlarız yada bilinen adlarıyla Goeben ve Breslau. Bu gemiler Çanakkaleden Osmanlı sularına girmiş ve daha sonra Osmanlı bu gemileri satın aldığını açıklayarak isimlerini Yavuz ve Midilli olarak değiştirmiştir. Sonrasında o gemiler karadenizde bulunan Sivastopol limanlarını bombalayarak Osmanlıyı savaşın içine çekmişlerdir.
           Bugün ise Arap baharı diye başlayan Ortadoğunun yeniden şekillenmesinin önünde 2 tane büyük engel kalmıştır. Bunlardan bir tanesi İran diğer ise Suriyedir. Her ne kadar Nato, Birleşmiş Milletler ve ABD yada sanırım bunlara kısaca itilaf devletleri demek daha doğru olacak, Suriyedeki isyancılara her türlü yardımı yapmalarına rağmen Suriyedeki isyancılar Mısırda yada Libyadaki kadar yetenekli olamadığından bir türlü başarılı olamamıştır. Geriye tek bir seçenek kalıyordur o da bu ülkeye direk bir savaş açılması için bir ülkenin kurban seçilmesi...
           Türkiye'de yükselen Arap hayranlığı ve Yeni Osmanlıcılık akımları Hükümetin direk olarak bir savaşa girmesine karşı engel oluşturuyordu. Peki bu durumda ne yapmalıydı??? Yanıtı aslında çok basitti. Türklerin asla gururlarının kırılmasına karşı koyamayacağını bilenler düğmeye bastı ve Suriye açıklarında bir Türk jeti düşürmüştü. Suriye bunu egemenlik sahasına yapılan ihlal olarak savunurken Türkiye bunu kabul edilemez bir hata olarak görüyor ve savaş boylarına sürmeye hazırlanıyordu. Peki burada sormak lazım siz hiç kendinize bir kere vuran bir arkadaşınızı gidip polise şikayet ettiniz mi? Ya da sizi bir kere tehdit eden bir insana tehdit davası açtınız mı? Burada hukuken bir yaptırım yapabilmeniz için saldırının devamlılığı ilk şart olarak aranmaktadır. Yani? Yani Kardak krizi sırasında Yunan Mirage uçakları tarafından düşürülen Jetinizi nasıl bir savaş ilanı olarak kabul edemiyorsanız bugün bu olayı da aynı şekilde bir savaş ilanı kabul edemezsiniz.
          Peki bütün bu olanlara rağmen Türkiye, Büyük Ortadoğu planının eşbaşkanı olan bir hükümet başkanı tarafından olası bir savaşa çekilebilir mi? Bunu anlamak için kahin olmaya sanırım gerek yok Yunan uçaklarının düşürdüğü uçağınız için kaza diyen bir ülke Suriye tarafından düşürülen uçağı için her gün kameraların önünde brifing veriyor ve NATO'yu 4.cü maddeden toplantıya çağırıyor.
          Evet sanırım çanlar Suriye hatta daha doğrusu Beşar Essad için çalıyor...

24 Haziran 2012 Pazar

ÇAĞRI

Adımı ilk seferinde doğru söyleyememe rekoruna sahip biricik annem seslendi: ^Şeyda! Amaaan... Eee Ebrar! Amaann...Zehra! Ay işte Rezzan, kapıyı aç^

Zehra'ya gelmeden ben açmıştım zaten kapıyı. Meğer çalınan evin kapısı değil; apartmanın kapısıymış. 
Derin bir 'oooff ya' çekip balkona doğru yürüdüm, camdan aşağıya baktım.
' Kim oooo' diye böğürdüm.

Bizim ufaklığın arkadaşıymış.
Kafasını kaldırdı, ^Şeyy, Rezzan abla, Ebrar evde mi?^ diye seslendi.

Kafasını kaldırınca vücudu tamamen gözden kayboldu. Sanki aşağıda sadece bir kafa vardı ve ben onunla konuşuyordum. Öyle bir güldüm, hatta biraz b.kunu çıkardım gülmenin.

O arada kafa; baktı, cevap vermek yerine 'fıh fıh' gülen bir tip var yukarıda, en iyisi mi ben kafamı aşağıya indireyim de; rahat rahat yutkunayım diye düşündü.
İşte, ben o zaman cevap verdim kafaya.

'Dur bi, çarıyım..'


Eskiden ben de, çok sık olmasa da, böyle çağırılırdım. Özlemişim, bir an kardeşimi kıskandım gibi bişey oldu. Çelme takasım geldi hatta. :] (abart)

Ama kardeşimin arkadaşlarından farklı olarak, benim arkadaşlarım, beni çağırma gerekçelerini de söylerlerdi.

'V(e)leybol oynıcaz da'..


Bir yerlere bir şeyler için çağırılmak veya o şeylerin yapılmasının sizin yokluğunuzda zevksiz olması, güzeldir.

Neyse, arkadasım mesaj çekti şimdi, yemek yiyeceğiz, ben gidiyim. :] 
Görüşmek üzere...







18 Haziran 2012 Pazartesi

ATAKAN

Bana mı denk  geliyor bilmiyorum ama, her havuzda; simitle yüzen, kapalı, şişman kadınlar, doğa üstü göbeğe sahip, omuzlarında uzun uzun siyahlı beyazlı kıllar olan adamlar, ergenlik çağındaki, obez, kız- erkek çocukları ve yaşlı ama bunu kabullenememiş çok süslü kadınlar oluyor.  

Bir de böyle yaşlı ama süslü kadınların, irikıyım, izbandut gibi on üç- on dört  yaşlarında, sesi henüz oturmamış, nazlı erkek çocukları oluyor.

^İnsanları çok eleştiriyorsun; sen mükemmelmişsin gibi^  diye düşünmeye başladığım bugünlerde; üyesi olduğum spor tesisinin havuzunda karşılaştım onlarla.

Uzun, kırmızı ojeli ayak tırnaklarından, dalga dalga selülitlerinden, siyah mayosundan ve en önemlisi de petrol ten renginden anlamalıydım, o günün benim umuduğum gibi geçmeyeceğini.

Tek boş şezlongun onların şezlongunun yanında  olması; 'Eee; nolcak ya, nedir yani, iki saat sonra gidicem zaten' diye düşünerek, havluyu serivermeme neden oldu.

Bu kısa havuz tatili uzun zamandır yapamadığım; ertelediğim şeyleri yapmama vesile olacaktı. Örneğin çizgi romanlarımı okuyacaktım, kitaplarımı okuyacaktım.
En önemlisi de, 'SU' yu okuyacaktım.
Buket Uzuner'in 'SU' kitabını o kadar büyük bir heyecanla beklemiştim ki; piyasaya çıkar çıkmaz almama rağmen; vakitsizlikten, hakaret gibi on- on beş sayfa okuyup okuyup çantama tıkıveriyordum.  Fırsat bu fırsat deyip okumaya başladım. 

Kitabıma yeni yeni dalmışken birden uyuz bir ses duydum, kaldırdım kitaptan kafamı, sesin geldiği yöne doğru baktım; şılap şılap ayaklarını yere vura vura bir cisim yaklaşıyor yan şezlonga doğru.

-'Onnö yoa, dondurma alıyııımm yao' dedi cisim.

+' Aaa! Ol- maz! Havuzdan yeni çıktın, hasta olursun oğlumm' dedi annesi.

Bir- iki tepindi, ağlamaklı surat ifadesiyle ısrar etti ama yemedi; alamadı dondurmayı; küstü; dudak büzdü; kollarını kavuşturdu, annesinin şemsiyeyi açıp gölge yaptığı yere oturdu; annesinin içi, rahat etmedi; güneş kremini de şap şap vura vura oğlunun vücuduna yedirmeye başladı.


Oğlu tribinden hiç taviz vermedi, şap şap diye kremlenirken hatta darbelerle hafif hafif sağa sola italikleşirken bile, kavuşturduğu kollarını hiç açmadı. 
Oğlunun inadını kıramayan annesi; yanındaki sarışın, küt şaçlı kadına; o kadının da tanımadığı birinin bir anısını anlatmaya başladı.

'Nesrinciiiim, geçen yaz tatile gitmiştik, Belginlerle, aile dostumuz olur, çok iyi anlaşırız, onun da Doruk diye bir oğlu var, Atakan'nın yaşında, denizden çıktığı gibi dondurma yemiş, boğazları f(e)lan hep şişti çocuğun' diye anlatırken Nesrin Hanım da 'Tüh, tüh, tüh' diye eşlik etti; bir yandan da kazulet çocuğa göz ucuyla bakarak.


Atakan; 'Bonane yao...' dedi, sırtını döndü, kolları hala, aynı ısrarla birbirine kenetlenmiş vaziyetteydi.
Annesi bu sefer bu tribi çoşkuyla karşıladı; sonuçta bu çocuk bozuntusu oradan kalkıp güneşe çıkacaktı ve sırtı henüz kremlenmemişti. Bu pozisyon Atakan'ın sırtına güneş kremi sürülebilecek rahatlıktaydı. Sırtını da şap şap yağladı kazuletin.

^Fırında Atakan yapıyor sanki, Alaaam ya' dedim içimden.

Bir kız çocuğu geldi sonra, Atakan'ın yaşlarında, sarı uzun saçlı, zayıf, pembe bikinili.
Birden, inadım inat Atakan'ın kolları açıldı, saçlar düzeltildi, karın içeri çekildi. 

O arada annesinin konuştuklarını duymadığına eminim.  
Annesi, Nesrin Hanım'a Atakan'ın bünyesinin ne kadar hassas olduğundan bahsediyordu zaten, çok farklı birşey değildi belliki.

Gerine gerine kalktı yerinden Atakan; havuza doğru yürüdü, 'Hayııırr! Yapmaa!!' diye bağırasım geldi ama çok geçti artık herşey için.

Balıklama(!) havuza atladı.
Çok pis pişti Atakan.

Havuzdan gelen suyla zaten, 'SU' yu okumuş kadar oldum. Abarttım son cümleyi biraz.  

:]

13 Haziran 2012 Çarşamba

BULMACA ARKADAŞI

'Kilo vermek mi istiyorsunuz, yoksa zayıflamak mı? ' dedi.

'Aynı değil mi o ikisi nan?' dedim içimden ama; o kadar emin söyledi ki kendinden. 
Anlamları apayrı iki şey sorduğuna neredeyse inandım.

'Eee...' diye birşeyler gevelemeye çalışırken tekrar iki apayrı soru sordu(!) 'Fit olmak mı istiyorsunuz; vücudunuzun sıkılaşmasını mı?'

'Yahu ben mi yanlış biliyorum, bunlar da aynı değil mi?' diye sordum içimden.
 Bir yandan da bozuldum; kilolu muydum ben, fit değil miydim yani, bu ne ısrardı böyle. Hayır, az buçuk güvenirim kendime.. Ne bileyim..

^^Ya kör olmalıydı ya da aamaa^^ :]

Eş anlamlı kelimeler diyarının bağrından kopup gelmiş bu şahsı düşünmeye başladım.
Bence onunla iyi bulmaca çözülürdü. Ben sorardım, o da hooop yapıştırırdı cevabı.

Misal...
 
--Boru sesi? 
+'Ti!!!'
--Kuzu sesi ?
+'Mee!!' 
 --Resimdeki ünlü şarkıcı? 
+' Fotoğraftaki tanınmış ses sanatçısı'
--- Adı adı!
+ İsmi ismi...


Hehe :] :) =)