27 Haziran 2012 Çarşamba

KOKU'ş KOKU'ş


Belediye otobüsü ve minibüs 2012 yaz sezonu “ter kokusu” modası geçen hafta itibariyle yaygınlaşarak başlamış bulunmaktadır. Kendisini “ten” kokusuyla karıştırmamak lazım. Her insanin kendine has, sahip olduğu özelliklerden biridir ten kokusu. Kişi eğer uzun süre yıkanmamış ya da kirli değilse güzel bile olabilecek bir kokudur. Ülkemizin Müslüman olmasından hareketle, temizliğin imandan geldiği dinimizde ter kokmak tezat bir durumdur. Herkes şartlar ve imkanlar dahilinde yaşar. Ancak yıkanmak denen şeyi çok sık tercih etmedikleri için ve tüketilen yiyecek maddelerine göre evrim geçirip üreyen bakteri, “ter kokusu” olarak erkek, kadın, çoluk-çocukta vücut bulur.

*Belediye otobüsünde yanınızda kollarını kaldırmış vaziyette ayakta duran insan :
Ter kokusu değilmişte 404 yada pritt yemiş/yutmuş gibi esanslıdır ve burnuna bıçak sokuluyormuş hissiyle bütünleşerek, yaşama sevincini alan “ter kokusu”dur.

*Spor salonlarındaki düşüncesiz ve anti-medeni insan :
Gün içinde sarımsaklı ya da soğanlı besinler tüketerek, çalıştığı aletlerde, ve geçtiği her yerde hare hare bıraktığı, tanımlara sığmayan, konfüze edici, şok etkisi yaratan “ter kokusu”dur.

*Restoranlarda yemeği getiren garson :
Ter kokusu üzerine, kamufle amaçlı bolca deodorant sıkarak kimyasal silah etkisi yaratan, kişiden önce koştura koştura gelen, kolunu masaya doğru uzatmasıyla anoreksiyaya heveslendiren “ter kokusu”dur.

Parfüm şişesini üzerine boşaltanlar da nazarımda eşdeğerdedir. Bu vb. durumlara kısa süreli maruz kalındığında yoğurt ve ayranla atlatılabilinir. Uzun süreli maruz kalındığında serum tedavisi önerilebilinir :)
 

TOPUKLU AYAKKABI

Aaah! Topuklu Ayakkabı… ;)
Sahip olduğun adet ve renk seçeneği çoğaldıkça insanın içine mutluluk hormonu salgılatır. Çoğu zaman giymekten kaçınılsa da ayakkabı kutusunda/dolabında var olduklarını bilmek bile mutluluk verir. Çeşit çeşit, bol bol, renk renk olsun istenir. Kendisini geçtim sesi bile güzeldir. Mesela parke veya parke tarzı yerlerde bi yürürsün tok! tok! took! diye aşksal ritim tutturur bünyeye. Güzelliğinin yanı sıra dezavantajları da vardır. Ulaşım sorunu yaşanılabilecek durumlarda 5-10 yara bandıyla giyilmemelidir. Giyildiğinde yokuş yukarı-yokuş aşağı inilip-çıkılmamalıdır. Özellikle yokuş aşağı inerken vücuttan adrenalin çağıl çağıl çağlar. Kadınların mazoşist yanını açığa çıkarır. Bazen garip yürütür paytak paytak ama işi biliyorsan da ceylan gibi sektirir. Yani kadını rezil de eder vezir de :) Güne güzel başlayan ayaklarınız akşama şişmiş davul gibi olur ama o kadar güzellerdir ki umursamazsın:)
*Uzun ve sütun bacaklarla eşleşince voltranı oluşturur*

1 RUJ, 1 RİMEL, 1 ALLIK, 1 BİŞEY...


Güzel 1 kadını bazen çirkin, çirkin 1 kadını da bazen güzel gösterebilen, yapması (mecbur olunmayan durumlarda) keyifli, temizlemesi eziyet olan ve yine temizlemek için ödediğimiz paranın, yapmak için ödediğimiz paradan çok daha fazlası olan, hırsa bürünüp 1 erkeğe yapıldığında bile mucizevi 1 şekilde güzel 1 kadın haline dönüştüren, karıncalı olan her görüntüyü full hd yapan, insanı canlı gösteren, yapılmadığı durumlarda “aa!hasta mısın? nen var?” dedirten görsel sanat aktivitesine makyaj denir.
Evet doğallık güzeldir ama makyajda layığıyla yapılmalıdır.. "Önemli olan iç güzelliği" ise külliyen yalandır..! :)

C.TAZ-1

Avcunun içindeki soğumaya yüz tutmuş kahve kupasını, sıcaklığını hissetmek için sıkmaya başladı; onu görebilmek için gözlerini  sıkıca kapadığında.

Kahvenin, karnındaki derin kara deliği yamamayacağını anladığında, bir kaç kadeh içmeye karar verdi.
Gardrobuna doğru yürüdü. İtinayla katlanmış maslahını bir çırpıda üzerine geçiriverdi.
Kirden buğulanmış boy aynasına baktı. Düşündü.

 Kulağına uç kere tekerrür edilen adından daha çok tiryakisi olmuştu maslahinin. Adı/ sanı kimin umrundaydi ki zaten, baskalarına bakarak resmettigi maslahinin yanında .


Başını, biraz önce kalktığı, pencerinin kenarındaki koltuğa doğru çevirdiğinde, telefonun ışığının yanıp söndüğünü gördü.

Ekranda, 'Kapıdayım' yazıyordu.

Minik minik iğnelerin vücuduna işkence etmesine alıştığından hiç bir mimiği buna tepki vermedi.

Ayaklarını sürüye sürüye kapıya doğru ilerledi. 
Kapıyı açtığında onun oluk oluk kibir akan kahverengi, çekik gözlerini gördü.
Ağzı o kadar kurumuştu ki; onu, içeriye sözleriyle değil; beden diliyle davet etti.

O, biraz önce kalktığı pencerinin kenarındaki koltuğa atmıştı bile kendini. 
İsyan dolu sözleri odaya yayılmaya başladığında, onunla geçirdiği zamanları düşünmeye başladı. 

Dinlemediği anlaşılmasın diye başını ritmik hareketlerle aşağı yukarı sallamayı da ihmal etmedi.

 Artık, bayatlamisti sabri, kaç kere söylemişti halbuki "ağzını sıkı sıkı kapat" diye. Ufaladi önce avcunun icine, bayat sabırla besledi onun dinmek bilmeyen kendini begenmisligini.


Tüm bu düşüncelerden sıyrıldığında, maslahı konuşmaya başladı:
^^Sus/ düşünme/ dikkat etme/ odaklanma/ duyma/ görme/ hatırlama/ kovalama/ bekleme/ hiç bir yere gitme- hiç bir yerden dönme/ aldığın kararları yavaş yavaş yere bırak ve arkana yaslan derin derin nefes al/ endişelenme gecti tatlım gecti, bitti gitti.^^

 




 

26 Haziran 2012 Salı

DER-TOP



Farkettim ki hava sımsıcak olduğundan beri hareketlerimde daha ekonomik davranmaya başladım..!
Yemek yapmaya üşenip 3 öğünü tek öğünde hallediyorum, açlıktan ölecek gibi olup biri gelip birşeyler hazırlar mı acaba diye bir mucize bekliyorum, kimse gelmiyor yemek yemiyorum. Işığı kapatmak için çoraplarımı yada yakınımda ki kelebek tokamı düğmeye atıp denk getirmeye çalışıyorum, denk gelmezse ışığı açık bırakıyorum ama sıklıkla denk getiriyorum. Yataktan yada oturduğum yerden kalkıp harekete geçmek için 5-10-15-..? dakika oyalanıyorum ve bazen yapacağım şeyden vazgeçiyorum. Çamaşırları asmamak için yıkamıyorum, yıkanmış çamaşırları ütülememek için toplamıyorum. Sıksık susamayayım diye tek seferde 3 bardak su içiyorum, sonra çişim gelmesin diye dua ediyorum. Üşenmek eylemine gönülden bağlıyım.
Derlenmeliyim, kısmet! :)

YAZ SICAKLARI ve ESAMELERİ

Bugün havanın sıcak olmasıyla birlikte görülen sokak hareketleri:
Güneş tepede nazlı nazlı yakmaktadır, uzun ve açık saçlarla gezen kişi ensesine sürtünerek ona yarenlik eden, yaz gecesi yün battaniye örtünmüş hissi veren saç-ense entegrasyonuyla salınırken, 1 an gelir, el tokaya gider, saç belinden kavrandığı gibi, tokanın kollarına bırakılır. İşte o andan sonra kişinin sıfatında, kurak sahaya sağanak yağmur yağmış gibi, sıcak havada şemsiye altında takılan amcalar/teyzeler gibi 1 ferahlık hasıl olur. Bünyeyi nasıl ağırlıklar altında ezdiğini anlayan 'toplanmış saç' ve açılan 'ense kökü' huzur dolu his dalgalarıyla salına salına yoluna devam eder, gider gider gider :)





25 Haziran 2012 Pazartesi

Çanlar Suriye için çalıyor

            Evet biraz eskilere dönelim I.ci Dünya savaşının başlarında Almanyanın Osmanlıyı resmi olarak savaşın içine çekmeye çalıştığı o dönemlere. Hepimiz Yavuz ve Midilli isimli hafif zırhlı gemileri hatırlarız yada bilinen adlarıyla Goeben ve Breslau. Bu gemiler Çanakkaleden Osmanlı sularına girmiş ve daha sonra Osmanlı bu gemileri satın aldığını açıklayarak isimlerini Yavuz ve Midilli olarak değiştirmiştir. Sonrasında o gemiler karadenizde bulunan Sivastopol limanlarını bombalayarak Osmanlıyı savaşın içine çekmişlerdir.
           Bugün ise Arap baharı diye başlayan Ortadoğunun yeniden şekillenmesinin önünde 2 tane büyük engel kalmıştır. Bunlardan bir tanesi İran diğer ise Suriyedir. Her ne kadar Nato, Birleşmiş Milletler ve ABD yada sanırım bunlara kısaca itilaf devletleri demek daha doğru olacak, Suriyedeki isyancılara her türlü yardımı yapmalarına rağmen Suriyedeki isyancılar Mısırda yada Libyadaki kadar yetenekli olamadığından bir türlü başarılı olamamıştır. Geriye tek bir seçenek kalıyordur o da bu ülkeye direk bir savaş açılması için bir ülkenin kurban seçilmesi...
           Türkiye'de yükselen Arap hayranlığı ve Yeni Osmanlıcılık akımları Hükümetin direk olarak bir savaşa girmesine karşı engel oluşturuyordu. Peki bu durumda ne yapmalıydı??? Yanıtı aslında çok basitti. Türklerin asla gururlarının kırılmasına karşı koyamayacağını bilenler düğmeye bastı ve Suriye açıklarında bir Türk jeti düşürmüştü. Suriye bunu egemenlik sahasına yapılan ihlal olarak savunurken Türkiye bunu kabul edilemez bir hata olarak görüyor ve savaş boylarına sürmeye hazırlanıyordu. Peki burada sormak lazım siz hiç kendinize bir kere vuran bir arkadaşınızı gidip polise şikayet ettiniz mi? Ya da sizi bir kere tehdit eden bir insana tehdit davası açtınız mı? Burada hukuken bir yaptırım yapabilmeniz için saldırının devamlılığı ilk şart olarak aranmaktadır. Yani? Yani Kardak krizi sırasında Yunan Mirage uçakları tarafından düşürülen Jetinizi nasıl bir savaş ilanı olarak kabul edemiyorsanız bugün bu olayı da aynı şekilde bir savaş ilanı kabul edemezsiniz.
          Peki bütün bu olanlara rağmen Türkiye, Büyük Ortadoğu planının eşbaşkanı olan bir hükümet başkanı tarafından olası bir savaşa çekilebilir mi? Bunu anlamak için kahin olmaya sanırım gerek yok Yunan uçaklarının düşürdüğü uçağınız için kaza diyen bir ülke Suriye tarafından düşürülen uçağı için her gün kameraların önünde brifing veriyor ve NATO'yu 4.cü maddeden toplantıya çağırıyor.
          Evet sanırım çanlar Suriye hatta daha doğrusu Beşar Essad için çalıyor...