27 Haziran 2012 Çarşamba

SAKIZ, ÇİKLET yada CİKLET

Ulusa sesleniş ; Topluluk içinde cıklata cıklata, ağzımızı yaya yaya sakız çiğnemeyelim! Kişi için eğlenceli olabilir ama çevre için rahatsızlık verici. Ağzında sakız olan kişi, hayatın anlamını, az sonraki toplantısını, yarın ki sınavını, sevgilisinin onu terk ettiğini vs vs düşünmüyor gibi..! Kaygısız.. 
Kendinden geçmişcesine sakız çiğnendiğinde şakak kasları gelişip, oynaklaşıyor ve çiğneyen kişinin solungaçları çıkmış gibi oluyor. Bi de sakız çiğnerken ağlanmıyor! Gördüm, ağlarken çiğnemeyi bırakmak zorunda kaldı :) 

ÇOKTAN SEÇMELİ ALGILAR

Türkçe’mizin elastikiyetli yapısından dolayı sıklıkla yaşanan lafı g*tünden anlama durumu aslında dilimizin ne kadar geniş ve bol seçenekli bir dil olduğunun kanıtı :) Benim söylediğimi, karşımdakinin beynini kullanarak anlamaya çalışmak yerine, omurilik soğanına yerleşke kurmuş şartlı refleksleriyle davranarak anlamaya çalışması, algıda seçicilik değil, algıda s*çıcılıktır...! Yanlış anlaşılmalar, paralel evrenlerin en ciciş kapıları, g*tünden anlamalar ise kişileri değil paralelindekine, badozlama karşı yoldaki kapıya saptırıyor. Çok rengarenk bir durum :)

UTANMA! UTANDIRMA! ;)

Herkes kendisi üzerine yapılan övgüler karşısında biraz çaresizdir. Bazı bünyelere doğrultulmuş en büyük silahtır ‘iltifat’. 


*Kimisi (alışkın olanlar) ; Egosunun usul usul okşanması nedeniyle durulup başka bir boyuta geçerken, pası alır hoop! yere inmeden potaya basar. “Ay ay! teşekkür ederim o sizin güzelliğiniz/başarınız/sevecenliğiniz”, “ehem! aman efendim ne demek” vs. 


*Kimisi (alışkın olmayanlar) ; Yapılan iltifat karşısında diyecek laf bulamayıp, lafa kaldığı yerden devam eder, alakasız başka bir konuya geçer yada “hı hıı!” gibi basit bir cevapla garip tepkiler verir.

*Kimisi (kendini sevmeyen, iltifatın varlığından bir haber olanlar) ; Kişi kendiyle pek barışık değildir, hep kendinde kusur bulur… Ama biri ona iltifat edince eli ayağına dolaşır, ne olduğunu şaşırır “yok canım abart-abartıyorsun, o senin şaa-şaaneliğin” vs. gibi cümlelerle kontrolden çıkan durumu bazı denemelerle toparlamaya çalışır.

Ben, iltifat etmeyi de iltifat karşılamayı da beceremem hödük gibi bakar, manasızca sırıtırım, içim bir tuhaf olur, ayy! çok utanırım :)

KOKU'ş KOKU'ş


Belediye otobüsü ve minibüs 2012 yaz sezonu “ter kokusu” modası geçen hafta itibariyle yaygınlaşarak başlamış bulunmaktadır. Kendisini “ten” kokusuyla karıştırmamak lazım. Her insanin kendine has, sahip olduğu özelliklerden biridir ten kokusu. Kişi eğer uzun süre yıkanmamış ya da kirli değilse güzel bile olabilecek bir kokudur. Ülkemizin Müslüman olmasından hareketle, temizliğin imandan geldiği dinimizde ter kokmak tezat bir durumdur. Herkes şartlar ve imkanlar dahilinde yaşar. Ancak yıkanmak denen şeyi çok sık tercih etmedikleri için ve tüketilen yiyecek maddelerine göre evrim geçirip üreyen bakteri, “ter kokusu” olarak erkek, kadın, çoluk-çocukta vücut bulur.

*Belediye otobüsünde yanınızda kollarını kaldırmış vaziyette ayakta duran insan :
Ter kokusu değilmişte 404 yada pritt yemiş/yutmuş gibi esanslıdır ve burnuna bıçak sokuluyormuş hissiyle bütünleşerek, yaşama sevincini alan “ter kokusu”dur.

*Spor salonlarındaki düşüncesiz ve anti-medeni insan :
Gün içinde sarımsaklı ya da soğanlı besinler tüketerek, çalıştığı aletlerde, ve geçtiği her yerde hare hare bıraktığı, tanımlara sığmayan, konfüze edici, şok etkisi yaratan “ter kokusu”dur.

*Restoranlarda yemeği getiren garson :
Ter kokusu üzerine, kamufle amaçlı bolca deodorant sıkarak kimyasal silah etkisi yaratan, kişiden önce koştura koştura gelen, kolunu masaya doğru uzatmasıyla anoreksiyaya heveslendiren “ter kokusu”dur.

Parfüm şişesini üzerine boşaltanlar da nazarımda eşdeğerdedir. Bu vb. durumlara kısa süreli maruz kalındığında yoğurt ve ayranla atlatılabilinir. Uzun süreli maruz kalındığında serum tedavisi önerilebilinir :)
 

TOPUKLU AYAKKABI

Aaah! Topuklu Ayakkabı… ;)
Sahip olduğun adet ve renk seçeneği çoğaldıkça insanın içine mutluluk hormonu salgılatır. Çoğu zaman giymekten kaçınılsa da ayakkabı kutusunda/dolabında var olduklarını bilmek bile mutluluk verir. Çeşit çeşit, bol bol, renk renk olsun istenir. Kendisini geçtim sesi bile güzeldir. Mesela parke veya parke tarzı yerlerde bi yürürsün tok! tok! took! diye aşksal ritim tutturur bünyeye. Güzelliğinin yanı sıra dezavantajları da vardır. Ulaşım sorunu yaşanılabilecek durumlarda 5-10 yara bandıyla giyilmemelidir. Giyildiğinde yokuş yukarı-yokuş aşağı inilip-çıkılmamalıdır. Özellikle yokuş aşağı inerken vücuttan adrenalin çağıl çağıl çağlar. Kadınların mazoşist yanını açığa çıkarır. Bazen garip yürütür paytak paytak ama işi biliyorsan da ceylan gibi sektirir. Yani kadını rezil de eder vezir de :) Güne güzel başlayan ayaklarınız akşama şişmiş davul gibi olur ama o kadar güzellerdir ki umursamazsın:)
*Uzun ve sütun bacaklarla eşleşince voltranı oluşturur*

1 RUJ, 1 RİMEL, 1 ALLIK, 1 BİŞEY...


Güzel 1 kadını bazen çirkin, çirkin 1 kadını da bazen güzel gösterebilen, yapması (mecbur olunmayan durumlarda) keyifli, temizlemesi eziyet olan ve yine temizlemek için ödediğimiz paranın, yapmak için ödediğimiz paradan çok daha fazlası olan, hırsa bürünüp 1 erkeğe yapıldığında bile mucizevi 1 şekilde güzel 1 kadın haline dönüştüren, karıncalı olan her görüntüyü full hd yapan, insanı canlı gösteren, yapılmadığı durumlarda “aa!hasta mısın? nen var?” dedirten görsel sanat aktivitesine makyaj denir.
Evet doğallık güzeldir ama makyajda layığıyla yapılmalıdır.. "Önemli olan iç güzelliği" ise külliyen yalandır..! :)

C.TAZ-1

Avcunun içindeki soğumaya yüz tutmuş kahve kupasını, sıcaklığını hissetmek için sıkmaya başladı; onu görebilmek için gözlerini  sıkıca kapadığında.

Kahvenin, karnındaki derin kara deliği yamamayacağını anladığında, bir kaç kadeh içmeye karar verdi.
Gardrobuna doğru yürüdü. İtinayla katlanmış maslahını bir çırpıda üzerine geçiriverdi.
Kirden buğulanmış boy aynasına baktı. Düşündü.

 Kulağına uç kere tekerrür edilen adından daha çok tiryakisi olmuştu maslahinin. Adı/ sanı kimin umrundaydi ki zaten, baskalarına bakarak resmettigi maslahinin yanında .


Başını, biraz önce kalktığı, pencerinin kenarındaki koltuğa doğru çevirdiğinde, telefonun ışığının yanıp söndüğünü gördü.

Ekranda, 'Kapıdayım' yazıyordu.

Minik minik iğnelerin vücuduna işkence etmesine alıştığından hiç bir mimiği buna tepki vermedi.

Ayaklarını sürüye sürüye kapıya doğru ilerledi. 
Kapıyı açtığında onun oluk oluk kibir akan kahverengi, çekik gözlerini gördü.
Ağzı o kadar kurumuştu ki; onu, içeriye sözleriyle değil; beden diliyle davet etti.

O, biraz önce kalktığı pencerinin kenarındaki koltuğa atmıştı bile kendini. 
İsyan dolu sözleri odaya yayılmaya başladığında, onunla geçirdiği zamanları düşünmeye başladı. 

Dinlemediği anlaşılmasın diye başını ritmik hareketlerle aşağı yukarı sallamayı da ihmal etmedi.

 Artık, bayatlamisti sabri, kaç kere söylemişti halbuki "ağzını sıkı sıkı kapat" diye. Ufaladi önce avcunun icine, bayat sabırla besledi onun dinmek bilmeyen kendini begenmisligini.


Tüm bu düşüncelerden sıyrıldığında, maslahı konuşmaya başladı:
^^Sus/ düşünme/ dikkat etme/ odaklanma/ duyma/ görme/ hatırlama/ kovalama/ bekleme/ hiç bir yere gitme- hiç bir yerden dönme/ aldığın kararları yavaş yavaş yere bırak ve arkana yaslan derin derin nefes al/ endişelenme gecti tatlım gecti, bitti gitti.^^