5 Temmuz 2012 Perşembe

BİLANÇO 3. gün

3. Gün


Her sene tatilin üçüncü günü, bünyemde inanılmaz ve karşı konulmaz bir 'boncuklu bileklik takma' arzusuyla uyanırım. 
Adetten midir, bilinmez, tatile giden, gittiği yerde, akşam üstü açılan incik bocuk tezgahlarından illa bir bileklik alır. Bu nasıl karşı konulmaz bir histir? 
Tatilde alınan bileklikler gizemlidir, değişiktir yani; şehir merkezlerinden alınanlardan. Eve döndüğünüzde 'pufff!' yer yarılır içine girer, bir daha da bulamazsınız.
Hazır konu açılmışken; bir çift küpe gizemini de asla anlayamayacağım. Birbirinine bu kadar uyumlu bir çift küpe, her nasılsa sabah olduğunda, gece konulan yerde  'yekpare' bulunuyor. Ne oluyor o gece, hala bir sır... Sevgili yazarımız Mehmet Demir olsaydı : 'İsrail ve ya Amerika var bu işin içinde, kesin yani'  derdi. :]  Naber Mehmet? :]




Neyse, konuyu dağıtmayalım..
Denizden döndükten sonra koştura koştura incik boncuk tezgahlarına gittim. Çeşit fazlalığı beni daha da iştahlandırdı. B.kumda boncuk arama kıvamında tüm tezgahları tek tek, yavaş yavaş, diğer insanların görüş alanını kapaya kapaya, sınırları zorlaya zorlaya ilerlerken 'Geçici Dövmeci' gördüm.


'Yooo Rezzan saçmalama, olmaz, o kadar da değil' diye içimden geçirirken gözüme dövmeci çarptı.
Kıçından ha düştü düşecek gibi duran pantolonunu, Dolce- Gabbana (!) kemeriyle tutturmuş, saçlarını ölümüne havaya dikmiş, esmer mi esmer bir ergendi bu dövmeci.
Teypten çalan müziğe, bacaklarını hiç hareket ettirmeden sadece kollarıyla tempo tutan bir dövmeciydi bu.
Öyle dövmeci mi olur mu yahu? Ne biliyim, dövmeci dediğin ya dazlak olur ya uzun saçlı, kolları boydan boya dövmeyle kaplıdır, oynamaz, öyle öğrettilerdi bize okulda.


Öyle boş boş; oynayan dövmeciye bakarken şöyle bir ses duydum..'Abla-abla-abla!!!!'


'Çaatttt!' (Bana çarptılar.) 
'Aaaıııhhh' (Bu da benim tepkim)


Erikli'ye gelmeyi düşünen kişilere uyarımdır; 'Burada, freni olmayan bisikletleri, kalın şeritli plastik terlikleriyle durdurmaya çalışan 9-10 yaşında, çok çocuk var.  (parmak arası terliklerin karizmasını henüz anlayamamış) Olmuyor, duramıyorlar bazen. Temkinli olunuz.' 


Bana bir şey olmadı. Biraz dizimde yanma var ama geçer gibi, eve gidince buz koydum ya bir şey olmaz heralde..


Yahu konu bileklikti.. Bir saniye toparlıyorum..
Neyse, tezgahta duran adamın sinirden gözleri seyirmeye başlamışken, aldım bir tane bileklik, taktım koluma. Ondan sonraki günler, kolumda unutup onunla bronzlaştım, aferin bana.








4 Temmuz 2012 Çarşamba

Kürtaj

       Başbakanımız geçenlerde İstanbuldaki parti kongresinde "her kürtaj bir cinayettir, her kürtaj bir Uluderedir" diyerek büyük bir tartışma başlatmıştır. Bu aslında geç kalmış bir yazıdır.
        Hepinizin malumu başbakanımız kürtajı bir cinayet olarak görüp zorunlu haller dışında bunun yapılmaması gerektiği konusunda kanun çalışması yapıldığını söylemiştir. Hatta sezaryen ile ilgili bir kanun tasarısı da bu sıralarda yasalaşmıştır. Ben herkes gibi bu konuyu " Benim vücudum, Benim Kararım" noktasından ele almak yerine " Doğmamış çocuğa don biçmek" deyiminden ele almanın daha doğru olduğunu düşünüyorum.
          Kürtaj dünyanın hemen her yerinde yasalarla korunan doğal bir haktır. Bu hakka sahip olunan Türkiye'de buna rağmen halen cami veya karakol önüne bırakılan bir çok çocuk vardır. Peki kürtaj yasaklanırsa ne olur? Herkesin bir sevda ile aldığı evcil hayvanlardan bir süre sonra sıkılıp sokağa bıraktığı ülkemde bir sürü sorumluluğu olan bir çocuğun istemeye istemeye doğması sonucu oluşabilecekleri düşünürsek sanırım bugün bile şikayet ettiğimiz sahipsiz sokak çocuklarının sayısında bir patlama olacağını öngörmek zor olmasa gerek.
            Yazıyı kısa tutma adına son olarak şunu söyleyebilirim ki; Kürtajı yasaklarsanız kürtaj yapan kadınların sayısı azalmaz öldürülen kadın sayısı artar...

KIVAMINI TUTTURAMADIKÇA GELMEYENDİR..!


1 az uyku şu an tek istediğim bu’ydu :)
Uyku benim karşı koyamadığım cazibedir. Aşırı dozda tükettiğimde hayatımda kaybettiğim değerli vakitler olarak bünyemde yan etkiler bıraktığı olur. Hergün mutlaka düzenli olarak yapmam gerektiğine inanırım çünkü bu eylem esnasında bilinç üzerimdekileri değil, altındakileri yaşamaya başlıyorum. Kısmi 1 felç durumu gibi, insanın varolduğunu hissetmediği/kendini unuttuğu/ruhun bedenden sızdığı andır. Son zamanlarda her daim bekleyip hep kendisinin geç kaldığı 1 eylem haline dönüştü. Hem en muhtaç olduğum şey hem de gelmediğinde en nefret ettiğim şey. Geceleri gelmek bilmiyor, sabahları da gitmek..! Keşke stok yapabilsem :/ Haftada 1 gün uyusam sonra diğer günlerden yesem çok leziz olurdu :) Bence evrendeki uyku miktarı sabit, 1’inin uykusu kaçıyorsa aynı anda başka 1 galakside 1’isinin uykusu geliyor yani uykusu kaçan kişi ile uykusu gelen kişi sayısı eşit :) Sabah saçmasapan alarm sesiyle uyanır uyanmaz ilk düşündüğüm şey tekrar uykuya dalmanın özlemidir. Uyusam, Uyusa, Uyus, Uyuuuuu . . .

3 Temmuz 2012 Salı

BİLANÇO

1. gün öncesi; yolculuk...

'Rezzan, OGS var mı sende OGS?'
--'Yok baba;
' O zaman bununla git;
-- Hönk! (İçimden böyle bir ses efekti yaptım.) Ölüyo muyum acaba ben, harbi mi baba?
 ''''Harbi ne Rezzan, harbi ne? Bir öğretemedim size kibar olmayı'''' dedi annem. 

Ben istedim bir göz babam verdi iki göz,bir de kontak lens.( Bu hiç kullanmadığım bir tabirdir ama ne hikmetse işte, yazıvermiş bulundum)
Çıktım yola.

Arabayı, dersane ve ev arası kullandığımdan, okul taşıtı gibi olmuştu artık benim gözümde. Siyahlı- sarılı, 'Dur!' tabelam eksik bir tek..

Bu sefer ise; İstanbul' a gidip arkadaşımı alacak daha sonra da Keşan/ Erikli'ye doğru yola çıkacaktık.

İstanbula gidene kadar, 'Bism.. Allahım kaza yapmıyım n'olur, Enyelesvelaaa, Allahuekber'  diye diye gittim, arkadaşımı aldım.

Erikli' ye gidene kadar; sadece bir kere mola verdik.
İşkembe çorbası içtim ayıptır söylemesi, bol sarımsaklı..
Arkadaşımın 'Ya Rezzan allahaşkına nefes verme, kuscam şimdi, mercimek çorbası vardı orda mis gibi, allaam ya, iki dakikada kamyoncuya bağladın işkembe mişkembe' tarzındaki cümlelerini nefesimi ara ara tutmaya calışarak dinledim.


Erikli'ye vardığımızda saat sabaha karşı dörttü. 
Pintiliğim tuttu, 'Gel kızım arabada uyuyalım, nedir yani, bi kaç saat sonra geçeriz eve, para vermeyiz hem de' dedim. Teklifim kabul edildi, sarımsak kokusunda bayıldık zaten. :]

1. Gün..
' Hay allaaam ya! su sıcak akmıyor Rezzan! Hayret birşey!'
---'Sen onu bırak kızım, gel bak buraya karıca basmış buraları hep'. Gelip bakmadı.
' Çamurlu Rezzan bu suuuu!!!' dedi.
---' Anı, arkadaşım bunların hepsi, anı eheh' dedim sevimli sevimli.
' Gülme Rezzan, valla sinir oldum şu an' dedi. Sustum.


2. Gün...

Çok özenmişimdir. 

Sabahın köründe kalkıp havuza, ne bileyim, denize yüzmeye gidenlere, inceden inceden imrenmişimdir.

Sabahın köründe kalktım. Arkadaşım, piiii, uyuyor tabi.

Şıpıdık şıpıdık terliklerimi giydim, yaşıma hiç yakışmayan iri çiçekli, pembe havlumu aldım, özgüvenim tam, çıktım kapıdan. Havuza doğru yürümeye başladım. Kimsecikler de yok, 'ooohh miss valla; sağlıklı yaşam oğğ-luumm eheh' diye, sırıta sırıta yürümeye devam ettim.

Şu hayatta ben çok, nasıl denir, 'g.t' olmuşumdur. 
Öyle ya da böyle, bir şekilde de çeviririm lafı, o durumdan kurtarırım kendimi.
Ama; Allah hiç kimseyi ayağında o terliklerle ve elindeki o havluyla g.t etmesin. Amin.
Açıklaması yok çünkü. Ciddiye alınma ihtimalin, ikna edici olma oranın sıfır, ya sıfır!

Havuz görevlisi bey amca: 'Kızım! Kızım! Kapalı havuz, görmiyor musun?' dedi. 
'Heee, öyle mi?' dedim şıpıdık terliklerimle, zaten ha koptu kopacaklar, ayağımı sürüyerek yürüyerek de söyledim ya. (Bknz: Kıyafet Matematiği adlı yazı- mazıya..)


N'apıyım, istikameti çevirdim kaldığımız karınca yuvasına doğru ayağımı sürüye sürüye.
Kulaklarımın iyi duyduğundan bir haber havuz görevlisi bey amca, arkamdan 'Koc-ca tabelayı görmemiş, kapıyı zorluyo bir de!' diye homurdandı.


Üzerimde döpyes olsaydı, böyle mi olurdu? Çevirirdim bir şekilde lafı.

Kapıya geldiğimde terliğim koyverdi kendini, koptu. 
Açtım kapıyı..
Arkadaşım kalkmış, uykulu uykulu; 'Saat kaç' diye sordu.
Sekiz buçuk olmasına rağmen 'on!' dedim.. 

Odama çekildim, o anda aklıma gelmeyen, verebileceğim mantıklı, kibirli cümleleri hayal ettim.  Uyumuşum sonra...


3. Gün...

Devamı haftaya...









   

2 Temmuz 2012 Pazartesi

Tayyip vs The Cemaat

Evet hepimizin malumu başbakanımız Tayyip Erdoğan'ın Cemaat ile arasında uzunca bir süredir çatışma olduğunu biliyoruz. Peki bugünlere nasıl geldik isterseniz ona biraz göz atalım...
Aslında her şey Tayyip Erdoğan'ın son seçin öncesi bir önceki dönem vekillerinden 120 tanesinin üzerini çizmesi ile alevlendi. Bu bir parti başkanı için tam anlamıyla gövde gösterisi demekti. 343 vekilden 120 tanesini bir sonraki seçimlerde aday göstermedi 30 tanesini ise seçilmesi zor sıralardan seçime soktu. Tayyip Erdoğan'ın bu hamlesi hemen okyanus ötesinde yankı buldu ve okyanus ötesi Tayyip Erdoğan'ın bu kadar güçlenmesinden rahatsız olmaya başlamıştı. Parti içinden cemaatin tetikçileri rahatsızlıklarını dile getiriyor, Cemaatin yayın organları başta Taraf gazetesi olmak üzere başbakanı eleştiri yağmuruna tutmaya başlıyorlardı.
Derken Cumhurbaşkanlığı ile ilgili kanun teklifinde Tayyip Erdoğan'ın Abdullah Gül'ün tekrar seçilemeyeceğine yönelik tutumu aleni bir savaş ilanı gibiydi. The Cemaat buna sesiz kalamazdı ve bir hamle yapmalıydı. Tam bu esnada The Cemaat hamlesini yaptı ve 7 şubat 2012 de Başsavcı Sadettin Sarıkaya eski başbakanlık müsteşar yardımcısı ve mevcut MİT müsteşarı, Tayyip Erdoğan'ın kara kutusu Hakan Fidanı KCK operasyonu kapsamında ifade vermeye çağırdı. Bu ağır bir atıştı. The Cemaat Tayyip Erdoğan'ın giderek yükselen parti içi hemogonyasından rahatsızlığını açıkça belli etmişti. Tayyip Erdoğan'ın hamlesi gecikmedi ve kanunları sanki bir word belgesini değiştirir gibi değiştirerek Hakan Fidanı ifade vermekten kurtardı.
Ama bununla yetinmek Tayyip Erdoğan'ın fıtratına tersti. Pabucun pahalı olduğunu gören Tayyip Erdoğan Özel Yetkili Mahkemelerin(ÖYM) miladını doldurduğunu düşünerek kaldırılması gerektiğine karar verdi.
Burada bir parantez de Özel Yetkili Mahkemelere açmak lazım aslında. Atatürk zamanında İstiklal Mahkemeleri ister kabul edin ister etmeyin bir çok rejim ve devrim karşıtının yanı sıra masum insanları da dar ağacına göndermiştir. İstiklal Mahkemeleri 3 dönem çalışıp misyonunu tamamladıktan sonra kapanmıştır. Bu mahkeme kapandıktan sonra 1961 Anayasasına 1973 eklenen bir madde ile yerini Devlet Güvenlik Mahkemelerine bırakmıştır. DGM lerde misyonunu tamamladıktan sonra sıra bu sefer bunlara başka bir isim vermeye gelmiştir... Özel Yetkili Mahkemeler. Bu mahkemeler insanları sorgusuz sualsiz içeri atıyor, masumiyet karinesi çiğneniyor hatta masumiyet karinesi tersten işlemeye başlıyordu. Şöyle ki: Suçu ispat edilmediği sürece herkes masumdur dan çıkıp masumiyeti ispat edilmediği sürece herkes suçludur mantığı işlemeye başlıyordu. Tutukluluk süreleri Ceza Muhakemesi Kanunu'un (CMK) 102.ci maddesinin 2.ci fıkrası uyarınca en fazla 2 yılıdır ama zorunlu halleder gerekçesi gösterilerek uzatılabilir ama uzatma süresi toplam 3 yılı geçmez yoruma açık bir maddedir ve toplam tutukluluk süresinin 3 yılı geçemeyeceği mi yoksa 2+3 toplam 5 yılı geçemeyeceği mi sorusu muallaktır. Bu anlaşmazlık tutukluluk sürelerinin infaza dönüşmesine neden oluyor, Türkiye'yi bir korku imparatorluğuna esir ediyordu.
Velhasıl Kelam son Hakan Fidan olayından sonra Tayyip Erdoğan bu mahkemelerin artık kontrolden çıktığını düşünüyor olacak ki bunların kaldırılması yönünde bir kanun çıkartarak The Cemaate son darbesini vuruyordu. Bakalım önümüzdeki günler bize bu çatışmadan daha neler gösterecek bende merakla bekliyorum...

Şike Davası

Evet bugün şike davasının kararının açıklanması ile yine gündem futbola döndü. Eğer bugün şike davası sonuçlanmasaydı neleri konuşuyor olacaktık? Belki Suriye meselesi, belki cari açık ve belkide en önemlisi Madımak davasının zaman aşımına uğraması konuşuyor olacaktık. 
Bu dava ile ilgili biraz konuşmak gerekirse... Operasyonun ilk gününden son gününe kadar hemen hemen bütün hukuki gerçekler ayaklar altına alınmış Aziz Yıldırım'ın emniyet sorgusunda çekilen aciz fotoğrafları yayın yasağı olmasına rağmen Vatan ve Milliyet gazetelerinde sür manşetten verilmiştir. Fenerbahçe camiasına yapılan bu linç girişimi bununla da kalmamış her gün televizyonlara çıkan Fenerbahçe düşmanları ağızlarından salyalar akıtarak Fenerbahçeyi başkanın tutuklanmasından dolayı yerden yere vurmaya başlamışlardı. Süreç Fenerbahçe camiası için çok sancılı geçiyordu. Şampiyonlar liginden men edilmesi ile ekonomik bir darbe alan Fenerbahçe futbol takımı en iyi oyuncularından 3 tanesini satmak zorunda kalıyordu. Her gün ayrı bir drama ve komediye sahne olan bu tiyatroda Fenerbahçe taraftarları ise bunun siyasi bir dava olduğunu düşünüp başkanlarına sahip çıkıyorlardı. Aslında henüz 13 yaşındaki N.Ç.'ye tecavüz eden sapıklara iyi hallerinden ötürü 4 seneye mahkum edildiği, M.Ali Ağça'nın papa'ya süikastinden 19 yıl Abdi İpekçi cinayetinden ise 10 yıla mahkum edildiği bir ülkede Aziz Yıldırıma 138 sene hapis cezası istenmesi onların çok da haksız olmadığını gösteriyordu.
Günler ilerledi bu ülkenin Genelkurmay başkanı Terör örgütü yönetmekten tutuklandı, Milletvekilleri delileri karartma ve yurt dışına kaçma şüphesi olduğu gerekçeleri ile tutuklu tutulmaya devam etti. Ama Fenerbahçe'nin tasfiye davasında oluşan kamu oyu hiç birinin davasında oluşmadı. Fenerbahçe taraftarı sürekli yürüyüş yapıyor ve köprüleri trafiğe kapatıyor ve bu haksızlığa karşı çıkıyordu. Fenerbahçe taraftarı en büyük sivil toplum örgütü olduğunu ortaya koyuyor ve Cemaat Fener ile başa çıkamaz diye haykırıyordu. Fenerbahçe'nin bütün başkanlarının dönemin iktidarına yakın isimlerden olması bu kanının temelini oluşturuyordu aslında. 
Ve en sonunda artık mızrak çuvala sığmamaya başlamıştı. Cemaate yakın yayın organları böyle bir şeyin olmadığına dair yayınlar yapmaya başlamış Başbakan UEFA başkanı ile görüşme yapmış ve bu davada geri adımım atılacağının sinyalleri gelmeye başlamıştı. 
Bu arada lig bütün hızıyla sürüyor ve insanlar her geçen gün biraz daha kutuplaşmaya başlıyordu. Sanki bu lig 2 ay daha sürse Türkiye 4 ayrı özerk bölgeye ayrılacak kadar kutuplaşmıştı insanlar. Neyse lig bitti sular duruldu gerçek gündeme geri dönülmeye başlandı derken bu seferde ÖYM'lerin kaldırılacağı yada isminin değiştireleceği dolasıyla karar verme zamanı gelmişti. Türkiye'nin belki de en hızlı sonuçlanan davası olan şike davasında kararlar açıklandı ve gündem yine futbola döndü. Hükümler ile ilgili yorumu ise size bırakıyorum.
Bu yazı tamamen taraflı bir yazıdır. Zaten Fado-Fiesta-Futbol üçlüsünden de en çok futbolu severim. Saygılar...

28 Haziran 2012 Perşembe

BİREBİR

Google ablaya sordum: 'Akciğer rahatsızlıklarına iyi gelen bitkiler.......'
 Henüz sözüm bitmeden leb demeden leblebiyi anlayıp sonuçları bir bir gösterdi.

Andız otu, zerdeçal vs..  
Kağıda yazsam mı acaba, diye düşündüm, bilgisyarın kenarındaki kalemi aldım, yazmıyordu.
Çok kalemim var, herbiri birbirinden nazlı, 'hooh' luyorum bana mısın demiyor.
Zor geldi, başka kalem almak için odama gitmek, 'Tutarım yeaa aklımda' dedim.

Evimin yakınlarında bir yere gideceksem, kısa süreliğine, en dandik eşofmanlarımı giyerim. Yine öyle yaptım zaten. Hayır, karşılaşırsak bilin diye.

Aktarlarla pek haşır neşir olmadığımdan, yerini bilmiyordum, esnafa sorayım dedim.
Bir fırına girdim.
Meslek aşkıyla yanıp tutuşanların beni bulması da tatlı bir tesadüf tabi.

'Ee şeyy.. ak..' derken, sıraladı bey amca: ' He-hey! yeni çıktı fırından taze taze, veriyim mi kızım?' 

Çok neşeli bir adamdı, 'he-hey' falan.. Kesmedim sözünü. Dinledim; kibar tebessümümle.

Cümlesi bittiğinde acı gerçeği yapıştırdım. ;' ya ben aslında aktar var mı buralarda diye soracaktım.'

'He-hey! karşıda hemen kızım' dedi. 

Teşekkür ettim, sonra da salak bir söz verdim. 'Ben gideyim aktara, alırım ekmek'. Almadım. He-hey! 

Neyse, aktarda yaşlı bir çift vardı. Adam sigarasını yakmış, haberleri izliyordu. Beni iplemedi ':Merhaba!' diye ciyakladığımda.

Yaşlı kadın, biraz tripli, 'Ne veriyim kızım!' dedi. 
'Hah!' dedim. Yine tartışma üzerine geldim. [ kızım sana söylüyorum; kocam sen anla]

Dedim ki; 'Akciğer rahatsızlıkları için şifalı bitkiler alacaktım'
Yaşlı kadın baktı boş boş..
İste ben google ı bu yüzden seviyorum. Yazılan ilk harften başlıyor tahminlere.

Yaşlı kadın; konuyla çok alakalı bir soru sordu:

^^Kime alcan?^^

Te Allahım, sanane...

'Bi- bir arkadaşa şeyetcektim' dedim bende.
'Arınç otu varmış' dedim. Yaşlı adam güldü, espiriyi patlattı. 'Bülent olan mı? hehe- fıh fıh, kıh- kıh öhö öhö öhö ayyy öhö öhö'

Hastayım gülmesini balgamlı öksürükle bitirenlere. 

Balgam demişken, Tavandan aşağıya sarkan tüm yuvarlak kağıtların üzerinde 'balgama birebir' ne bileyim ' balgam söktürücü'  falan yazıyor. Yaşlı kadın yazmıştır büyük ihtimal.

Bu arada; 'birebir' lafı en çok aktarlarda kullanılırmış.

'Bu ne işe yarar?' diyorum. 'Balgama birebir!' diyor yaşlı kadın 
'Peki bu?' 
'Balgam söktürücü! Birebir!'
    
Sabah sabah midem bulandı vallahi. 

Sonuç olarak, aldım andız pekmezini ve zerdeçal macununu. Balgama birebirmiş. :)


------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Umarım iyi gelir, kaytan bıyıklı snoopy :) İyi ol istiyorum, çok iyi ol :)