1 Ağustos 2012 Çarşamba

MAYAMİ

'Bugün günlerden ne?'
--'Perşembe, noldu ki?'
'O zaman şurdaki perşembe pazarı. Biliyor musun hiç gitmedim ben perşembe pazarına'
--'Aa! Hiç mi?'
'Yok valla, gitmedim, ikinci el şeyler varmış aslında, gitsek mi?'
--'Hadi gidelim.'

Böylece içinde ikinci el satışların yapıldığına yürekten inandığım perşembe pazarına gittik Snoopy'yle.

Kocaeli'de oturanlar bilir bu pazarı. İçinde genelde (ç)alıntı ikinci el eşyaların satıldığı bir pazardır bu. Değişiktir, renklidir, kötü kokar ama eğlencelidir.
Öyle, domatesleri biberleri geçtik, envai çeşit havluların olduğu yere geldik. Sabrım taşıyordu artık, neredeydi bu ikinci el eşyalar?
Günleri şaşırmışız ya biz :)
Çarşamba günüymüş, benim o gitmek istediğim pazar meğersem. Bu bildiğimiz pazarmış.

Halbuki, değişik ikinci el eşyaları görünce vereceğim tepkiler bile hazırdı. 'O-haa şuna baaak, ne kad-dar değişik! Süper ya!' diyecektim. 'Alalım istersen,' diyecekti Snoopy. Ben de 'Yeak ya boşver, pistir bunlar' diyecektim. Snoopy de 'Alla Alla' diye geçirecekti içinden.

Neyse, Snoopy'nin dikkatini şu çekti: İki etine dolgun teyzeden biri domatesleri  kritik ediyor, 'Bunlar susuzdur, alınmaz.' diye.
Pazarcı abide bitmek tükenmek bilmeyen bir umut hala var, alırlar diye.
-'Yok abla, gel keseyim istersen'
Ama yinelendi aynı cümle diğer teyze tarafından ' Susuzdur bunlar, alınmaz.'
Pazarcı dudaklarını kıpırtadarak ama ses çıkarmayarak bir şeyler mırıldandı.
Cümlenin ilk kelimesinin baş harfi 'S', cümlenin sonu da 'GİDİN' bence. :)

Bu olay, İstanbul'da Ece'yle beraber yaşadığım bir anıyı hatırlattı bana.
İstiklal caddesinin ortasındaki bir dükkana daldık, resmen daldık. Çünkü Ece'nin ayağına ayakkabı vurmuştu, suratı limon yemiş gibiydi. 'Gel' dedim. 'Terlik alalım sana şurdan'
İçeri girdiğimizde, sarı, küt saçlı iki kadın görevliyle konuşuyordu.
-'Kaç para bunlar?'
-'25 lira' dedi görevli.
- 'Ay MAYAMİ' den alırım ben o parayla bu terliği' dedi kadın ve arkadaşını da alıp çekip gitti.

Görevli de 'Mayami'ni S.k.y.m! 'dedi dişlerini sıkarak.

Kıssadan hisse: Mayami' de TL geçmez.
 eheh :]











25 Temmuz 2012 Çarşamba

Napcam ben bu beni.

 Otobüslerde ayakta durmakta zorlanan teyze ve amcalar evlenme programına çıkınca kolbastı oynayabiliyor.Hayat çok garip.Dün gece yine ders çalışmamak için sebepler ararken gözüm o malum tv programına takıldı..İzdivaç mıdır nedir? Otobüslerde falan ''ay buram ağrıyor,ay şöyle,ay böyle'' diye mızmızlanıp,yer verelim diye gözlerimizin içine bakan amcalar,teyzeler resmen yardırıyo..O nasıl bir oynamaktır,halaylı,misketli..Vay bee dedim..Oraya çıkınca eller havaya,hobaa;bize gelince öldüm,bittim.Yok öyle,ohh bugün mis gibi yayıldım valla dolmuşta,taktım kulaklığımı da çıstak,çıstak..Hiçte pişman değilim,bir daha olsa bir daha yaparım ehe ehe..Çok mu kötü bir insan oldum ben yaa? Salondaki koltukların minderlerinden ev yapıp o evde misafir ağırlayan bir çocuktum ben..Ne ara bu kadar zalim oldum..:/ Hazır çocukluğuma inmişken..Çocukken hep pasta ve jelibon ağacımın olmasını isterdim lan ben.ahahhahaha.Az daha zeki olsam gerizekalı olacakmışım:)) 

DÜŞMEK GÜZELDİR (artık böyle) :)


Düşmenin çeşitli halleri vardır, yer çekimine inat. Bazı düşüşler vardır, kahramanı öldüremeyen katillerin olduğu korku filmine benzer. 2-3 defa sekteye uğrarsınız, düşmezsiniz.  Ayaklarınız yerden kesilir, inatla düşmezsiniz. Bu arada hızlı düşünmeye başlarsınız  “du! bi düşeceğim yeri kontrol edeyim, bi de tutunacağım bi yer bulayım” diye seri seri düşünürken işte o an katil hançeri böğrünüze saplar. Şanslı iseniz kıçınızın sağ veya sol yanına düşersiniz ve hava yastığı görevi görür kıçınızın o yarısı. Şanssız iseniz tam ortasına düşersiniz, -ki acısından durulmaz. Hafta sonu evimizin merdivenlerinden düştüm (yine), sağıma denk getirdim düşmemi, hare hare pare pare morluklar kazandırdım bedenime. Gürültülü oldu düşüşüm elim kolum doluydu.
Ev ahalisi : N’oldu n’olduuu?
Ben : (İç sesim : Hmmm! Anlaşılmadı sanırım, sorduklarına göre) E-ee! şey, düştüm!
Ev ahalisi : Nasıııl?
Ben : Yok artık! Bi daha yapamam aynısını, yok bi şeyim daalalım...!
Bence düşmek, insanın çaresizliğinin, yapamama halinin, edilgenlik düşüşçülüğünün kabulüdür :) Düşen insan, artık çabalamak zorunda olmadığını fark ederek huzura kavuşabilir. Bir kuş kadar kanatlı olmasa da hafiftir. Düşmek güzeldir, nihayetinde! :)

DUYGU NAKLİYAT

Snoopy, kardeşim ve ben oturuyorduk. Muhabbetin dümeni, bir haftalığına Türkiye'ye dönen kardeşimdeydi. Anlattıkça hatırlıyor, hatırladıkça anlatıyordu.
Bir noktadan sonra koptum ben zaten. T-shirt ümün üzerindeki hayali pamukçuklarla oynamaya başladım. Daldım öyle. Snoopy de benim koptuğumu anlamış olacak, daha da bir ilgiyle, dikkatle dinlemeye başladı kardeşimi.
Tekrar muhabbetin içine çekilmem, kardeşimin şu cümlesiyle oldu:
''Ablamın bir sözü vardır, ^Duygularımı Taşıyamıyorum.^ diye, bendeki de o hesap işte''.

'Anaaa' dedim, benim de kendime ait bir sözüm var, kendime has hemide. :]
Belki de atasözü gibi bir şey olacaktı gelecekte 'Duygularımı Taşıyamıyorum'.
Ne biliyim, okullarda falan kompozisyon yazdıracaktı öğretmenler öğrencilerine.
Ya da, şöyle bir şey de olabilir: 'Ne demiş blogcu, duygularımı taşıyamıyorum.' falan.
Ya da şöyle bir şey de olabilir: 'Yapıştırmış tabi bizimki de cevabı duygularımı taşıyamıyorum heheh' diye.

İlerde çocuklarınız; 'Anne/ Baba, bu cümlenin anlamı ne? Ödev verdi ööörtmen' derlerse diye açıklayayım bari ben bu cümleyi.

Çocukluğunun bir bölümünü Kırıkkale sokaklarında geçirmiş biri olarak şunu çok net söyleyebilirim ki coğrafya derslerinde söylenenler doğru. 'İçanadolu'da yazlar sıcak ve kurak!'

Oranın kendine has bir rüzgarı vardır. Kuru kuru, terletmeyen.

Çok güzel günlerim oldu o yazları sıcak ve kurak şehirde. Tam bir Ömer Seyfettin, Muzaffer İzgü hikayelerine konu olabilecek bir çocukluktu benimki.

Seneler sonra, lisenin düzenlediği Kapadokya gezisine katılmıştım. Saatlerce süren yolculuktan sonra nihayet mola vermiştik. Can havliyle önümdeki arkadaşlarıma çarpa çarpa attım kendimi dışarı. Daha ilk adımımda o kuru kuru, terletmeyen rüzgarı yüzümde hissettim. Çocuktum yine.

Eve döndüğümde anneme heyecanla ilk anlatacağım şey bu olacaktı. Ancak; eve gittiğimde, o heyecan yoktu artık. Taşıyamamıştım o hissi, anlatmadım bende.

Varya, bence aralarında mesafe olan insanların ilişkilerinin uzun sürmemesinin nedeni bu. Taşıyamıyorlar duygularını.

Öyle bir şey işte.. :]

14 Temmuz 2012 Cumartesi

TAKTIM YİNE

Hadi itiraf edelim,bazen bir sevgiliye,eşe ihtyaç duyabiliyoruz..Mesela ben  ilişkim bittiğinde dünyanın en ''cool'' hatunu gibi takılabiliyorum.''Ayy yalnız daha iyiyim,hem zaten herşeyime karışıyordu,evlilikten de korkarım ben,ohh şimdi ne gezer tozarım aman da aman..'' Bu cümlelerin hepsi bana ait. Ama şuan biri bana ''Askım'' diye mesaj atsa; askıya benzer bir halim mi var lan diye düşünürüm.O kadar uzağım yani konuya.Peki ya bu akranların çatara patara evlenmeleri,çocuk yapmaları falan nolucak?? Dışarda ''evde kaldın kızım sen'' diyenlere; ''hııı tabi..hiçte bile elimi sallasam ellisi taaam mı!! '' diyorum,sonra eve gelip duygusal anlar yaşıyorum kendi çapımda.Kalmam herhalde yaa..Sonuçta daha 24 yaşındayım.Bu konuşmalarımla,annem başta olmak üzere,birilerini çıldırtabilirim.''Ay Ezgi,ne rahat kızsın ya,biraz kendine gel,kazık kadar oldun..'' Özellikle huyun kurusun diyenlere inat her gece yatmadan önce huyumu suluyorum,kurumayacak yani bilin istedim.öööle yani,naber?Millet genç yaşında evleniyorsa bu bizim sorunumuz değil yoldaşlar.Haklı mücadelemizi sürdürelim desem de inanmayın oğluum..Hadi şimdi telefonunuzu elinize alın ve karıştırın.. Rehberden birşeyler çıkar belki:/ Herkes yalnızım diye ağlıyor da neden hepimiz yalnızız ozaman? Tamam erkek çocukları gibi giyinirim çoğu zaman..Saçlarımı taramaya falan üşenirim.Zaten kısacıklar..Ama biliyorum ki,beyaz tavşanı takip etseydim bana Alice derdiniz,ya da dünyayı kurtarsam Süpergirl..Ama saçımı taramadım diye hemen paçozu yapıştırırsınız di mi! Yazımı bir fıkrayla sonlandırmak istiyorum..''Temel'e sormuşlar ''keyfin yerinde mi?'' diye..Temel ''yerinde çok şükür'' demiş.Demek ki neymiş: her Temel komik olmuyormuş.Asmayın suratınızı,öptüm sizi.(sanırım bu yüzden yalnızım,söylemeden geçemiciiiğiim.)

CANIM OSHO

‎''Eğer tüm dünya tembel olursa çok güzel bir dünyamız olurdu; savaşsız, atom bombaları olmayan, nükleer 


silahsız, suçsuz, hapissiz, yargıçsiz, polissiz, başbakansız. İnsanlar o kadar tembel olurdu ki bu saçmalıklara ihtiyaç 


kalmazdı. Biraz düşünün: hiç tembel bir insan bu dünyada yanlış bir şey yaptı mı? Ve hala zavallı tembel insanlar 


ayıplanır.'' Osho amcamız nede güzel konuşmuş değil mi? Şöyle düşünüyorum da;abicim yatan insan kime zarar 


verebilir ki? E ozaman annemin bu gereksiz asabiyeti neden yıllardır? ''Kalk bir işin ucundan tut..'' tuttum 


diyelim,ya elimde kalırsa o iş? Mesela ikimizde yapmasak? Tabi benim annemi baz alırsak,hayal dünyam fazla 


geniş.Ben anneme:''Osho böyle böyle demiş..'' desem, ''oooşşşşşttt ordan'' der,çok net.Komşunun çocukları 


konusuna da girmek istemezdim ama Allah hepsinin belasını versin...

C.TAZ-3

Sigara içmemden nefret ederdi. Gülümserdim, elimde değil der gibi. 
Sözünü dinlemediğimden ince ince bir 'of' çeker, gözlerini devirirdi. Ben bir sigara daha yakardım.
İnatlaşırdım hatta biraz, derin derin sigarının dumanını içime çeker, ciğerlerime yapışmayan dumanı yavaş yavaş havaya üflerdim. Göz ucuyla izlerdim tepkilerini. Acıyordu bana, kızmaktan daha çok acıyordu bana!

Akşam üstü bir çay bahçesindeydik. Ben çay, o da oralet söyledi, çocukluğunun önerisiymiş. Anlamadım pek, gülümsedim tekrar.  
Çayın bir kısmı tabağının içine dökülmüş vaziyette geldi siparişim. Hırçınlaştı, O'na göre, 'Beceremeyeceksen bir işi, hiç yapmayacaksın'dı. Sevmezdim ben onun bu huyunu.  Ses etmedim, garsonun onun sözlerini duymamasını umarak.

'Neden beni rahat bırakmıyorsun?' diye sordum; o çay bahçelerinden nefret ettiğini anlatırken.

Onu dinlemediğime bozulduğunu belli etmemeye bile çalışmadan cevap verdi.

'Rahat mı? Bırakmak mı? Sen beni bırakmıyorsun! Sen çağırıyorsun, ben ayağımı sürüye sürüye geliyorum.' dedi. 

Karnımdaki derin kara boşluğun emmediği tek duygum, öfkemdi. Gençken kusardım pervasızca.
Büyüdükçe öfkem azaldı, dinginleştim. Ama o anda ağız dolusu küfürü ardıarkasına haykırmamak için kendimi zor tuttum. İnsan büyüdükçe, dem vuruyor öfkesine de, neşesine de.

'Pardon hanımefendi, arkadaşınız gelmeyecek galiba, oralet soğudu, değiştirelim arzu edersiniz' dedi garson, öfkemden gözlerim dolduğunda.