8 Ağustos 2012 Çarşamba

KLİMA

Bu uzun bir hikaye.. İçinde araba, dershane ve tantunici olan bir hikaye...

""Araba""
-'Off anne ya şimdi bu sıcakta, İzmit'e mi gidilirmiş?'
-'Kızım buldun da bunuyorsun ama.. Mis gibi klima var arabanda'
Utandım öyle deyince annem. Gerçekten de, şuanda başka bir gencin cirit attığı (satıldı), iç güveysinden hallice olan arabamda klima vardı ve ben hayıflanıyordum.
Açık alanda, güneşin altında pişmiş arabama bindim. Sonra hemen indim. Cehennem gibiydi yahu! Tekrar derin bir nefes alıp bindim koltuğa, direksiyonu tutamıyordum sıcaktan, o derece. Vakit kaybetmeden klimayı açtım, camlar tabiki kapalı. Klima da koyvermiş kendini sıcak üflüyor. Ha soğudu, ha soğuyacak diye diye gideceğim yere vardım. Saçlarım, vücudumun belirli bölgeleri (!) sırılsıklam vaziyette indim.

Benim, sorduğu soruya cevap beklemeden, sorduğu soruya yorum yapan çok tanıdığım insan var. Onlardan biriyle karşılaştım.
'Aaa!' dedi, 'Rezzan naber? Duş mu aldın kız?' (Almamıştım, terlemiştim.)  Yok ya, dememe kalmadan, 'En iyisi valla kız, ben de yapıcam öyle ama sinüsüm azar diye korkuyorum' dedi. Sen nasılsın dememe kalmadan 'Hoca olmuşssun, vallahi çok güzel bir bayan için, tatili belli, saati belli' dedi.
Nefes almak için ara verdiğinde 'Zayıflamışsın' dedim.
Bu gibi insanlar, bir zamanlar daha zayıf olduklarını iddia ederler.
'Yok be Rezzancım, bir ay önce görecektin sen beni, nasıl zayıftım, şimdi kilo aldım yine' dedi ve ekledi 'Kusura bakma canım ya, acelem var biraz, konuşuruz sonra mucuk mucuk'
Sanki onu tutan benmişim gibi..

""Dershane""
'Ocam! Klimayı mı açsak, çok sıcak?'

Klimanın kumandasını alıp sınıfa döndüm. Çok anlıyormuşum gibi rastgele tuşlarına bastım. 'Bip bip bip' diye bir ses geldi. Herhalde dedim, çalıştırabildim. Ama emin olmalıydım. Parmaklarımın ucuna basıp tek kolumu kaldırdım acaba soğuk üflüyor mu diye. Hitler gibi duruduğum o kısa sürede (Kaşlarımı da kaldırmışım, nedendir bilinmez.) çalıştıramadığımı anladım; ama bozuntuya vermedim.

Dersten çıkarken sınıfa şöyle bir dönüp baktım, gecelerce bin bir zahmet hazırladığım not kağıtlarını yelpaze yapmış sallıyorlardı.

""Tantunici""
Snoopy'le yemek yiyecektik. Hava sıcak olduğundan klimalı bir yer arıyoruz haliyle. Tantunicinin önündeki, tahminimce sadece yazları çalışan çocuğa sorduk. 'Klima var mı burada?'
'Var abla, var var. Buyrun şöyle, üst katta, geçin geçin' dedi.
Geçen yaz, otogarda çalıştığına kanaat getirdim o an.
Üst kata çıktığımızda, yüzümüze yüzümüze sıcak vurdu. 'Hani?' dedim, 'Ablacım klima vardı burada?'
'Var abla' dedi, 'Ama çalışmıyor'

Kıssadan hisse: Klima kelimesinin kullanıldığı bu yegane mevsim geçsin, kalorifer çağı başlasın istiyorum. Ondan da şikayet edeyim de konu çıksın :]


5 Ağustos 2012 Pazar

BAZEN BİR LAMAYIM.

Bişey dicem..Ben karşımdakine heyecanla birşeyler anlatırken acaip sıvı salgılıyorum ve bu bazen hiç hoş kareler oluşturmuyor..Geçenlerde çok samimi bir arkadaşıma birşeyler anlatıyordum..Ama nasıl bi anlatmaktır,hiç nokta yok..Birden ağzımdan tükürük desen değil,başka bişey desen değil adında birşey fırlayıverdi arkadaşın suratına.Ve o,bunu hissetti.Hissetmemesi zaten imkansız.Çünkü ben bile gördüğüme inanamadım:D Tam alnının ortasında duruyordu..Ama o naptı? Hiç tavrını bozmadan beni dinlemeye devam etti.Arsızlık,yüzsüzlük bende ki,ben de devam ettim..Böğüre böğüre gülmemek için o kadar zor tuttum ki kendimi.en son patlattım kahkahayı dayanamayıp.Noldu dedi bir de..Onu bir kez daha sevdim..Ve ona dedim ki:''heyecanla konuşan arkadaşının tükürüğünün bir damlasının yüzüne gelmesi ve senin bozuntuya vermeden onu dinlemeye devam etmen..al sana gerçek dostluk!'' Sarıldık,ağlaştık..Öyle işte,naber?

1 Ağustos 2012 Çarşamba

Adalet ve Kalkınma Partisi

Size Akp'nin Adaletinden ve Kalkınmasından sadece 2 örnek vereceğim. ilk olarak adaleti ile başlayacağım...

Prof.Dr.: Süleyman Berberoğlu. Kimdir bu insan? Bu insan pazartesi günü Gazi Üniversitesi rektörlük koltuğuna oturacak olan insandır. Peki nasıl rektör olmuştur? Rektörlük seçimlerine girerek 2155 öğretim üyesinden 112 sinin oyunu alarak 5. olmuştur. Ama olaya hemen YÖK olaya müdahale etmiş ve Cumhurbaşkanına gidecek 3 kişilik listeye 3. sıradan koyulmuştur ve Cumhurbaşkanımız sayın Abdullah Gül de kendisini rektör atamıştır. Oylamada liste de 1. olan Derviş hoca ise atanmamıştır. Süleyman Berberoğlu aynı zamanda sayın Abdullah Gül'ün köylüsüdür. Aynı köyde çocuklukları beraber geçmiştir. Sayın Ahmet Necdet Sezer'i en çok bu konularda eleştiren 20 oy ile rektör atanmasının haksızlık olduğunu savunan ve mazlum edebiyatı yapan AKP ve Sayın Gül adaletini göstermiş ve öğretim üyelerinin oylarından % 10 ununu bile alamayan birini rektör atamıştır. İşte AKP ve sayın Gül'ün adaleti en basit örneği ile budur.

Kalkınmaya bir örnek vermek gerekirse -ki onda çok fazla örnek vardır- ben en bilindik olanı TEKEL'in özelleştirilmesini seçeceğim. TEKEL ambarların içi tütünle dolup taşar halde 600 milyon dolara LİMAK holdinge satılmıştır. Bu ihaleden tam 6 ay sonra ise LİMAK holding aynı TEKEL'i bu sefer hem de ambarların içi boş bir şekilde 950 milyon dolara başka birine satmıştır. Şimdi aradan geçen 6 ay'da TEKEL %50 nasıl değer kazanmıştır? Hemde içi boş bir şekilde??? işte bu da AKP'nin kalkınma politikasına basit bir örnek...
Yorum sizlerin...

MAYAMİ

'Bugün günlerden ne?'
--'Perşembe, noldu ki?'
'O zaman şurdaki perşembe pazarı. Biliyor musun hiç gitmedim ben perşembe pazarına'
--'Aa! Hiç mi?'
'Yok valla, gitmedim, ikinci el şeyler varmış aslında, gitsek mi?'
--'Hadi gidelim.'

Böylece içinde ikinci el satışların yapıldığına yürekten inandığım perşembe pazarına gittik Snoopy'yle.

Kocaeli'de oturanlar bilir bu pazarı. İçinde genelde (ç)alıntı ikinci el eşyaların satıldığı bir pazardır bu. Değişiktir, renklidir, kötü kokar ama eğlencelidir.
Öyle, domatesleri biberleri geçtik, envai çeşit havluların olduğu yere geldik. Sabrım taşıyordu artık, neredeydi bu ikinci el eşyalar?
Günleri şaşırmışız ya biz :)
Çarşamba günüymüş, benim o gitmek istediğim pazar meğersem. Bu bildiğimiz pazarmış.

Halbuki, değişik ikinci el eşyaları görünce vereceğim tepkiler bile hazırdı. 'O-haa şuna baaak, ne kad-dar değişik! Süper ya!' diyecektim. 'Alalım istersen,' diyecekti Snoopy. Ben de 'Yeak ya boşver, pistir bunlar' diyecektim. Snoopy de 'Alla Alla' diye geçirecekti içinden.

Neyse, Snoopy'nin dikkatini şu çekti: İki etine dolgun teyzeden biri domatesleri  kritik ediyor, 'Bunlar susuzdur, alınmaz.' diye.
Pazarcı abide bitmek tükenmek bilmeyen bir umut hala var, alırlar diye.
-'Yok abla, gel keseyim istersen'
Ama yinelendi aynı cümle diğer teyze tarafından ' Susuzdur bunlar, alınmaz.'
Pazarcı dudaklarını kıpırtadarak ama ses çıkarmayarak bir şeyler mırıldandı.
Cümlenin ilk kelimesinin baş harfi 'S', cümlenin sonu da 'GİDİN' bence. :)

Bu olay, İstanbul'da Ece'yle beraber yaşadığım bir anıyı hatırlattı bana.
İstiklal caddesinin ortasındaki bir dükkana daldık, resmen daldık. Çünkü Ece'nin ayağına ayakkabı vurmuştu, suratı limon yemiş gibiydi. 'Gel' dedim. 'Terlik alalım sana şurdan'
İçeri girdiğimizde, sarı, küt saçlı iki kadın görevliyle konuşuyordu.
-'Kaç para bunlar?'
-'25 lira' dedi görevli.
- 'Ay MAYAMİ' den alırım ben o parayla bu terliği' dedi kadın ve arkadaşını da alıp çekip gitti.

Görevli de 'Mayami'ni S.k.y.m! 'dedi dişlerini sıkarak.

Kıssadan hisse: Mayami' de TL geçmez.
 eheh :]











25 Temmuz 2012 Çarşamba

Napcam ben bu beni.

 Otobüslerde ayakta durmakta zorlanan teyze ve amcalar evlenme programına çıkınca kolbastı oynayabiliyor.Hayat çok garip.Dün gece yine ders çalışmamak için sebepler ararken gözüm o malum tv programına takıldı..İzdivaç mıdır nedir? Otobüslerde falan ''ay buram ağrıyor,ay şöyle,ay böyle'' diye mızmızlanıp,yer verelim diye gözlerimizin içine bakan amcalar,teyzeler resmen yardırıyo..O nasıl bir oynamaktır,halaylı,misketli..Vay bee dedim..Oraya çıkınca eller havaya,hobaa;bize gelince öldüm,bittim.Yok öyle,ohh bugün mis gibi yayıldım valla dolmuşta,taktım kulaklığımı da çıstak,çıstak..Hiçte pişman değilim,bir daha olsa bir daha yaparım ehe ehe..Çok mu kötü bir insan oldum ben yaa? Salondaki koltukların minderlerinden ev yapıp o evde misafir ağırlayan bir çocuktum ben..Ne ara bu kadar zalim oldum..:/ Hazır çocukluğuma inmişken..Çocukken hep pasta ve jelibon ağacımın olmasını isterdim lan ben.ahahhahaha.Az daha zeki olsam gerizekalı olacakmışım:)) 

DÜŞMEK GÜZELDİR (artık böyle) :)


Düşmenin çeşitli halleri vardır, yer çekimine inat. Bazı düşüşler vardır, kahramanı öldüremeyen katillerin olduğu korku filmine benzer. 2-3 defa sekteye uğrarsınız, düşmezsiniz.  Ayaklarınız yerden kesilir, inatla düşmezsiniz. Bu arada hızlı düşünmeye başlarsınız  “du! bi düşeceğim yeri kontrol edeyim, bi de tutunacağım bi yer bulayım” diye seri seri düşünürken işte o an katil hançeri böğrünüze saplar. Şanslı iseniz kıçınızın sağ veya sol yanına düşersiniz ve hava yastığı görevi görür kıçınızın o yarısı. Şanssız iseniz tam ortasına düşersiniz, -ki acısından durulmaz. Hafta sonu evimizin merdivenlerinden düştüm (yine), sağıma denk getirdim düşmemi, hare hare pare pare morluklar kazandırdım bedenime. Gürültülü oldu düşüşüm elim kolum doluydu.
Ev ahalisi : N’oldu n’olduuu?
Ben : (İç sesim : Hmmm! Anlaşılmadı sanırım, sorduklarına göre) E-ee! şey, düştüm!
Ev ahalisi : Nasıııl?
Ben : Yok artık! Bi daha yapamam aynısını, yok bi şeyim daalalım...!
Bence düşmek, insanın çaresizliğinin, yapamama halinin, edilgenlik düşüşçülüğünün kabulüdür :) Düşen insan, artık çabalamak zorunda olmadığını fark ederek huzura kavuşabilir. Bir kuş kadar kanatlı olmasa da hafiftir. Düşmek güzeldir, nihayetinde! :)

DUYGU NAKLİYAT

Snoopy, kardeşim ve ben oturuyorduk. Muhabbetin dümeni, bir haftalığına Türkiye'ye dönen kardeşimdeydi. Anlattıkça hatırlıyor, hatırladıkça anlatıyordu.
Bir noktadan sonra koptum ben zaten. T-shirt ümün üzerindeki hayali pamukçuklarla oynamaya başladım. Daldım öyle. Snoopy de benim koptuğumu anlamış olacak, daha da bir ilgiyle, dikkatle dinlemeye başladı kardeşimi.
Tekrar muhabbetin içine çekilmem, kardeşimin şu cümlesiyle oldu:
''Ablamın bir sözü vardır, ^Duygularımı Taşıyamıyorum.^ diye, bendeki de o hesap işte''.

'Anaaa' dedim, benim de kendime ait bir sözüm var, kendime has hemide. :]
Belki de atasözü gibi bir şey olacaktı gelecekte 'Duygularımı Taşıyamıyorum'.
Ne biliyim, okullarda falan kompozisyon yazdıracaktı öğretmenler öğrencilerine.
Ya da, şöyle bir şey de olabilir: 'Ne demiş blogcu, duygularımı taşıyamıyorum.' falan.
Ya da şöyle bir şey de olabilir: 'Yapıştırmış tabi bizimki de cevabı duygularımı taşıyamıyorum heheh' diye.

İlerde çocuklarınız; 'Anne/ Baba, bu cümlenin anlamı ne? Ödev verdi ööörtmen' derlerse diye açıklayayım bari ben bu cümleyi.

Çocukluğunun bir bölümünü Kırıkkale sokaklarında geçirmiş biri olarak şunu çok net söyleyebilirim ki coğrafya derslerinde söylenenler doğru. 'İçanadolu'da yazlar sıcak ve kurak!'

Oranın kendine has bir rüzgarı vardır. Kuru kuru, terletmeyen.

Çok güzel günlerim oldu o yazları sıcak ve kurak şehirde. Tam bir Ömer Seyfettin, Muzaffer İzgü hikayelerine konu olabilecek bir çocukluktu benimki.

Seneler sonra, lisenin düzenlediği Kapadokya gezisine katılmıştım. Saatlerce süren yolculuktan sonra nihayet mola vermiştik. Can havliyle önümdeki arkadaşlarıma çarpa çarpa attım kendimi dışarı. Daha ilk adımımda o kuru kuru, terletmeyen rüzgarı yüzümde hissettim. Çocuktum yine.

Eve döndüğümde anneme heyecanla ilk anlatacağım şey bu olacaktı. Ancak; eve gittiğimde, o heyecan yoktu artık. Taşıyamamıştım o hissi, anlatmadım bende.

Varya, bence aralarında mesafe olan insanların ilişkilerinin uzun sürmemesinin nedeni bu. Taşıyamıyorlar duygularını.

Öyle bir şey işte.. :]