10 Eylül 2012 Pazartesi

ETİKETİN YARISI


İndir fiil kökünden türeyen, dikkat çekmek için vitrinlerde “etiketin yarısı + %30 + 6 taksit” gibi yazılar yazarak, fiyatları hesaplamak için karmaşık matematik formülleri kullanılarak, homo sapiens dişilerinde zaten pek gelişmiş olan alışveriş güdüsü üzerinde afrodizyak etkisi yaratarak ‘bedava’ymış gibi hissettiren, “bu ürün, bu hafta itibariyle etiketin yarısı, geçen hafta bu ürünü alanlar salak gibi kazıklandı” diye düşündürtüp, ihtiyaç yoksa bile “alayım ben şimdi ucuz ucuz seneye giyerim/kullanırım” gibi uygulama oranı çok düşük olan bir söylemide beraberinde getiren fırsat çeşidi -İNDİRİM- yaz sezonu bitişiyle başlamıştır :) Naif tüketici 10TL’ye satılan bir ürünü 4TL’ye satılırken görünce ve bu ürünü satın almadığı takdirde kendini 6TL zarar edecekmiş gibi hissedeceği için evvela zarar etmemek! ve akabinde bir gün lazım olur! bahanesiyle alır o ürünü ve iyi günlerde kullanınız temennisiyle uğurlanır.
In the rim falan yazıyorlar bi de te! allam :)


6 Eylül 2012 Perşembe

EYLÜL MİS'TİR


* Güneşin artık eskisi kadar dik gelmemesi,


* Yaz geceleri balkon kapısı ile oda penceresini açıp evin içinde oluşan rüzgar akımının hizasında yatarken, bir sabah uyandığında etlerinin buz kesmiş olması,


* Bacak bacak üstüne atınca damla damla ter süzülmemesi,


* Damacana sucularla haftada 3 kere değil, 1 kere görüşülmesi,


* Buzluktaki algida kaplarının içerisinden yemek çıkmaya başlaması,

* Sıcak içecekleri tüketirken havale geçirmediğinin hissedilmesi,


* Kedilerin yayılarak değil, kıvrılarak uyumaya başlaması,


* Saat 20:00’de havanın kararması,


* Şehrin kalabalıklaşmaya başlaması,


* Toplu taşıma araçlarında ortamın en kokarca insanının yanına gelip oturması ama kokudan dolayı artık beyin tahribatının o kadar yoğuşuk olmaması,


* Geceleri saçını toplamadan yatıp, rahatsız olmadan uyunması,


* Uykuya geçmeden önce, bir ayakla diğer ayağa dokunmaktan zevk alınmaya başlanması,


Yazın bittiğine delalettir. Eylül güzel’dir, mis’tir :)



30 Ağustos 2012 Perşembe

ALIŞIK


İzmit'in, eskiden demiryolu olan şimdilerde ise yürüyüş yolu adıyla anılan iki tarafı ağaçlarla kaplı bir yolu vardır. (Yukarıda fotoğrafı, canlandır işte gözünde :))

Ağaçların içerisinde kendilerini her nasılsa kamufle etmiş güvercinler bulunur. 
Yine her nasılsa bu güvercinlerin hepsi bir anda uçuşur ve uçuşurken de yediklerini, boşaltım sistemlerini başarıyla kullanarak her yana seri bir şekilde pislerler. 

Hatta 'pata pata pata' diye ses gelir, siyahlı beyazlı yem kokulu s.çmiklari yere düşerken.

Bir keresinde ishal bir güvercin kafayı benimle bozmuştu. 
Havada döne döne pislemişti kafama. 

Sinir bozucu bir şey tabi ama hayvan işte. Ne yapabilirsin ki, dişlerini sıka sıka 'Hayyy.. Ben senin gibi kuşu!' demekten başka. 

Hem anlatırken de komik oluyor. İlginç bir şey... 

'Kafama kus s.cti eheheh' diye garip bir şekilde muhabbet açabiliyorsun. 

Ama ne bileyim bir at pislese kafana o kadar komik olmaz yani, trajedik olur. 
Hem sonra at pisledi kafama dediginde insanlar sana 'Loto oyna olum, sanstir sans!' demez. Neyse...

Bugün ders çıkışında Snoopy'nin yanına giderken tanımadığım bir gencin de başına geldi bu durum. 

Hepimizin hemen hemen tahmin ettigi tepkinin biraz agirini verdi.

'Hamuguna goduumuun!'  dedi.


Snoopy'nin çalıştığı yer uzak olduğundan yol boyunca çeşit çeşit insanla karşılaşmanız mümkün.

Mendil satan orta yaşlı bir kadın tiz-uyuz bir sesle, sarı küt saçlı bir kadına 'Allah sevdiğinize kavuştursun, allah rizasi icin bidi bidi bidi' bir seyler soyledi. 

Kadinin tepkisi duymaya alışık olduklarimizdandi; 

'Elin ayağın tutuyor! Git, calis, temizlik yap Halla halla ya' dedi.

Yürümeye devam ettim, bagciklarimin çözüldüğünü gördüm, bagciklarimi baglarken tahminen iki universite öğrencisi gecti yanimdan. 

Konuştuklari sey hepimizin alışık oldugu bir mevzuydu. 

'Makarnayi bir gorsen, kuflenmis, hayat baslamis oluuum icinde resmen' dedi zayif olan.

Yürüyüş yolunun sonuna geldigimde Snoopy'i gordum uzaktan. Calisiyordu.
Değer verdiğiniz bir insanı uzaktan izlerken değişik bir duygu hissediyorsunuz. 

Onun tarafindan duymaya alışık oldugum bir cumle dokuldu dilimden.

'İyiki varsin'... dedim. 


29 Ağustos 2012 Çarşamba

SEKSİ FOTOĞRAFLAR İÇİN TIKLAYINIZ



“seksi fotoğraflar için tıklayınız “, 
“dünyanın en çok tıklanan resimleri”, 
“çıplak fotoğraflar için tıklayınız”

Türk medyasının internet gazeteciliğine yeni bir açılım getiren, ülkenin ilgi 
seviyesini iyi bilen, apışarası haberciliğinde şark kurnazı gazetelerin alemimize 
buyurdukları, sansürcü zihniyetin bulaşmadığı, aksine desteklediği, bu 
muazzam hediye ile halkımızın acizane ışık görmeyen yerleri aydınlanmaktadır. En güzide haber kanalları bile "tıkla ve birbirinden seksi fotoğrafları izle" diyor! Tıklayarak geliyoruz, ülkemizde her şey şahane, ekonomide istikrar var, kızlar da çok güzel.

Bu arada seksi fotoğraf için tıklayınız: 


26 Ağustos 2012 Pazar

APARTMAN

Ayiptir soylemesi denize nazir bir evde oturuyoruz biz.Sahil yani basimizda.
 Kafa dengi bir kac arkadaşla mükemmel bir yazlık, tatil beldesi olabilecek bir yer.
Tabi benim gibi asosyallikte sinir tanimayan bir ilk gençlik yaşadıysanız eger; ondan sonraki senelerde o cennet yerdeki en buyuk aktiviteniz 'anneaa! ananem findik toplamis, gidiyorum ben yemeye' olur.
Tum bu nednlerden dolayi (her zamanki gibi tek basima bankta oturup denizi izledigim gunlerden bir gun..
'Bu ne ya! Suya bakıyorum, evde küvete de bakardim' diye sıkıntıdan güzelim denize b.k atmamin akabinde derin bir 'oofff' cekip basimi geriye dogru banka yasladım. Gozlerimi kapattım. 'Gece olunca da bu deniz, asidi kaçmış kola gibi, simsiyah bir şey oluyo, tipsiz ya' diye aklimdan geçirip güzelim denizden sıkıntımın hirsini da cikardim bir guzel.
Gozlerimi actigimda basim hala geriye dogru yasli oldugundan arkamda bulunan apartmanin balkonlarinda oturan insanlari tepe taklak gordum. Sirittim.

Beynime biraz fazla kan gidince dogruldum ve denize sirtimi vererek apartmana dogru dondum.
Biz  de yapariz onlar gibi. Balkonda oturur geleni geceni izler bazen de cekistiririz. Dedimki icimden 'Burdan bakinca nasil olur acaba? Sokaktan evlere bakayim, laf yiyene kadar. Kovulunca giderim, sapiga cikmasin adim sonra, amaeen yaaee nolcak ki' dedim ve izlemeye basladim.
1. Kat: orta yasli bir kadin, basini sağına yaslamis, yüzünü ishal olmus bir bebegin altini temizler gibi burusturmustu. 'Manyak herhalde' dememe kalmadan tahminen hole serilen halisini silkelemeye basladi. Gelenekseldir bu hareket. Tozdan korunma yontemidir basi sagina yaslamak. Yuz burusturmaya ne hacet, onu hic bilmiyorum iste.
2. Kat: omuz killari ruzgarda dansoz misali raks eden  bey amcamiz uzerindeki beyaz atlete damlattigi karpuz suyu damlalarindan hic rahatsiz olmadigi gibi karsisindaki insana da 'hayat sana guzel be amca' dedirtecek kadar rahatti. Tahminen sehir disinda okuyan ya da calisan kizi ziyarete gelmisti,  keyfine de diyecek yoktu. Bastikca basiyordu kahkahasini. Bazen 'hah hah ha!' diye bazen ise 'fih fih fih' diye. O yastaki amcalarin kahkahalari daha bir, nasil denir, basli mi cikiyor ne? Ve ben, ne alaka diye sormayin, kahkahasi sert orta yasli amcalarin bir zamanlar fransaya gittigine inanirim. Yurt disi goren insan ozguveninin sese yansimasi bu bence. Fransa'ymis orasi gibi gelir bana nedense.
3. Kat: Evde yoklar. Bayadirda gelmiyolar herhalde, guneslikler gri gri olmus hep.

Hic dikkat cekmedim bu sure zarfinda. Caktirmadim gozetledigimi.
Dört köpeğin 'çıt çıt' pati ve 'heh heh heh' nefes seslerini duyana kadar. Korkuyorum ben kopekten.

Hayvanlari sevelim, onlar koruyalim. :)


20 Ağustos 2012 Pazartesi

EE

İstanbul' a gitmek için hazırlanırken sevgili facebook tarafından yazı-mazı'nın da yazarlarından biri olan Buğra'nın, taa Ankara'dan kalkıp İzmit'e, oradan da bizim evimize uzaklığı, pek de uzak olmayan Değirmendere'ye geldiği haberini aldım.
Konuştuk, anlaştık. 'Ateş almaya mı geldiniz?'' dedirttirecek kadar kısa bir süre Değirmendere'de görüstük.
Yanında arkadaşlarının da olduğunu söyledi Buğra.

Arkadaşlarının üçte ikisi tanıdıktı zaten.
Biri, eski yurt arkadaşım, biri, taa üniversite sınavına hazırlanmak için gittiğim dershaneden arkadaşım çıktı.
Bir bayan daha vardı, onunla da o anda tanıştık.

Daha önceden tanışıklığım olanları ellerinden sıkıp yanaklarından öperek selamladım. 
Diğer bayanı ise; 'hazir ol'da, one dogru egilerek selamdim. Japonlarin, dovuse baslamadan evvel 'oss' diye öne eğilmeleri gibiydi. Ayip oldu.(Olur da okursanız, özür, gerildim biraz. Memnun oldum aslında ben)

Cok uzun zaman once, gerek arkadas ortami faktoru gerekse yas faktorunden cok da ilerlemeyememis muhabbetimizi devam ettirmeye calistim.

'Ee sen yurttakilerle  gorusuyor musun?' diye sordum.

'Ayri dustuk tabi, facebooktan falan gorusuyoruz. Sen gorusuyor musun Rezzan?'
Hemen hemen ayni cevabi verdim ben de.

'Ee,  sen dersaneden sonra nereyi kazandin?' diye sordum diger arkadasima.
'İstanbul'da okudum. Su anda bolumumle alakasiz bir iste calisiyorum' dedi.

Allahim dedim, çok sıkıcıyım. Ben olsam, kendimle konuşmam.

Her cumleye de 'eee' diye baslamam da ayri bir asosyallik göstergesiydi.

'Ee sen naptin Buğra?'
'Ee sen sigarayi birakmamis miydin?'
'Ee sen seyle gorusuyor musun peki? Adini sen soyle... Neydi yahu adi?' gibi cumleleri kurup durdum muhabbeti sarmayan tipler gibi. Nitekim, sarmadı.

Hal boyle olunca, geri cekildim. Dinlemeye basladim sessiz sessiz.
Muhabbet, 'yuksek lisans- doktora- sinavlar' ucgeninde donmeye basladi. Ne yuksek lisansim vardi, ne de doktoraya iliskin elle tutulur bir bilgim.

Artik seviye atlamistim. Daha once sadece 'muhabbete katilamayan' dim. Simdi de 'egitim seviyesi dusuk' olmustum ilaveten.

Muhabbet devam ediyordu, sonradan tanistigim bayan, muhendismis, tez mi yapmis ne, yosunlar falan bir seyler anlatiyordu. Kafamda baska seyler oldugundan bir b.k anlamadim acikcasi.

Kisa bir sessizlik olmasini bekledim, geldi.
Oturdugum yerden yavasca kalkarken gereksiz  gereksiz haber verdim, ondan sonraki 45 saniyemin nasil gececegini.
'Ben bi bakkala gideyim de geleyim, surdakine..' Hey Allahım..

Neyse, bakkala girdim. Yasli gibi ama degil bir amca, tutturdu kolanya vereyim diye.

 'Bayram kizim al al cekinme seker de al, al bak kolonya, bilmem nerden geldi bu kolonya, unludur bu'
Unlu kolonya mi olurmus, Allah askina ya?
Neyse, kiramadim pek tabi. Kolonyayı sürer sürmez, yüzüm ekşidi. Hacı misi midir nedir, öyle bir koku, agiiiiirrrr bir koku yayildi tum dükkana.

Geri dondum oturdugumuz yere. Artik sıfat tamlamam daha da bir genislemisti.

Hem muhabbete giremiyordum, hem egitim seviyem dusuktu, hem de haci misi kokuyordum.
Islak mendille ellerimi sildim ama yoook bana misin demedi. Saldim gitti.

Bir zaman sonra, kardesim mesaj atmis,' Ben geldim, nerdesin abla?' diye, 'Oraya doğru yürüyorum, bekle' dedim cevap olarak. Buğra ve arkadaslarından müsaade  alip kalktim.

Olur da, tanışırsak, bilin diye söylüyorum..
Ben normal şartlarda hacı misi kokmam.

16 Ağustos 2012 Perşembe

ÖYLESİNE YAZDIM..!


Akşam oje sürüp, yatmadan önce parmağını ojeli tırnağının üzerinde gezdirip, kuruduğuna emin olup “yatabilirim artık” deyip, yatağa girersin ve öyle heykel gibi uyursun… Sabah kalktığında, dün akşam sürdüğün parıl parıl parlayan ojelerden e
ser yoktur, yerine tırnak üzerleri ekose desenli, sanki siyasi harita gibi mat tırnaklarla karşılaşırsın. N’apıyorum uyurken diye düşünürsün?! Çarşafa mı dolanıyorum? Çarşaf mı bana dolanıyor? Kuruduğundan emin olarak yattığım ojeli tırnaklarımın üzerine uyurken ne kadar bastırmış olabilirim? gibi “çok mühim” sorular sorar durursun kendi kendine...
Bi de yeni rimel sürmüşken hapşuruk gelir hapşurursun, göz altların, gün saymayı duvara yapan mahkum misali çentik çentik olur.
Bahsettiğim konular elzemsizdir ama yaşanılır, öyle yani... ;)