5 Mart 2013 Salı

SINAV

Hukuk fakültesi içinde ukte kalmış birisi olarak, ikinci üniversite olarak açıköğretimden adalet meslek okuyayım dedim. Zaten bu bölümün bir çok dersini ben veriyorum, işim kolay olur dedim.

Vize haftası geldi, çattı. Sabahın köründe Snoopy ile buluştuk, sınavın yapılacağı yere gittik.
ÖSYM' nin yaptığı sınavlarda, kalem- silgi dahil olmak üzere çanta falan içeriye alınmaz. Sadece gerekli belgelerle içeriye girebilirsiniz. Açıköğretimde içeriye alıyorlarmış meğer. Bunu bilmediğimden çantamı Snoopy' e bıraktım. Binanın kapısına doğru ilerledim.

Kapıda, güvenlik görevlileri vardı, bayanların üzerinin arandığı kısma geçtim. Kadın güvenlik görevlisi üzerimi aradı. Ama ne aramak. Ellerimi havaya kaldırdım, sanki Meksika sınırında uyuşturucu kaçakçılığı yaparken yakalnmışım gibi. Kadın tuttu beni, kendine çekti. Şap şap şap vurdu her yerime. Tek vücut olduk resmen. Bir şey de diyemiyorsun. Boyu da kısa zaten, gömücem kafayı en son o olacak.
Neyse kadının kokusu üzerimde, içeri girdim. O günden beri onun kokusu olmadan uyuyamıyorum : P.

İçeriye girdim. Bir çok öğrenci yerini almış usul usul sınavın başlamasını bekliyordu. Ağzını kapamaya üşenen bazı öğrenciler esnemenin ağızda yarattığı baskıya dayanmaya çalışıyor, başarılı olamıyor o yüzden de suratları uzuyordu, gözleri kapanıyordu.

Yerimi buldum, paldır küldür montumu çıkardım oturdum.

İçeride üç tane gözetmen vardı. Biri orta okuldan arkadaşım çıktı. Uzaktan 'Naber?' der gibi göz kırptı. Bende kısık sesle ama herkesin duyabileceği gibi. 'Aaa! İyi, senden naber kız?'  dedim bol nefes efekti ile.
----------
Diğer gözetmenlerden biri gelip belgelerimi kontrol etti o arada.
Sınavlarda, senin sen olduğunu ispat etmek zor zanaat. Hem fotoğraflı öğrenci kimliğim var hem de sınav giriş belgem ama yok inanmıyorlar hala. Nüfus cüzdanım da olmalıymış. Başka bir öğrenciyi sınava almamışlar bu nedenle,  o yüzden beni de alamazlarmış.

Arkadaşım beni korumak adına baya bir mücadele verdi ama sonuç olarak yemedi. Telefonunu rica ettim arkadaşımın, aradım Snoopy' i, getirdi kimliğimi.
Nefes nefese koştum, çıktım binadan kimliğimi aldım, binanın girişine geri döndüm. Yine o kadın, sırıtarak bekiliyor. dedim ki içimden 'Bi s.ktr git ya!'. Dışımdan ise, ' Beni zaten aradınız, kimliğimi unutmuşum, onu getirdi arkadaşım, onu almak için çıktım' dedim.

Kadın, sorumsuzluğumu yüzüme vurmak istercesine ve suratında alaycı bir ifadeyle 'Peh! Sen okuyacaksın da biz de görücez!' dedi.

Hoca olduğumu söyleyemedim.

Sınıfa girdim yine paldır küldür oturdum, baktım ki sınav kağıtlarını dağıtmışlar.
Açtım kitapçığı, çözmeye başladım. 'Heheyt beaa!' surat ifadesiyle üçüncü soruya geçmiştim ki. Paaat diye, kitapcığımı kapattı gözetmen.

'Daha sınav başlamadı!' diye bağırdı.

Ödüm patladı. O kadar dalmışım ki. Etrafıma baktım, herkes pür dikkat sınavın başlamasını bekliyor.

Arkadaşım bir müddet benimle göz temasını kesti. E haklı tabi. Herkes sessiz sedasız beklerken ben dilim dışarıda 'Bunu daha geçen hafta anlattım heheyt!' diye soruları çözüyordum. Utandı galiba benden azıcık.

Neyse, sınav başladı dediler. Ben bu sefer temkinliydim. Ağır çekim sınava başladım ama kısa sürede bitirdim.
Montumu, kalemleri, belgeleri ve kapağının kapalı olduğunu düşündüğüm su şişesini aldım.
Arkadaşımla göz temasını kurup 'Hadi görüşürüz' diye el salladım.

Dediğim gibi, su şişesinin kapağının kapalı olduğunu düşünüyordum ben. Suyun bir kısmını suratıma yiyince uyandım mevzuya.
Arkadaş, o nasıl bir el sallamaktı öyle. Sanki Titanik'i uğurluyorum, alt tarafı sınavdan çıkıyordum. Yerler falan göl oldu göl!

Yüzüm kıpkırmızı ve ıslak çıktım salondan.

Çıktım sınavdan çıkmasına da bir eksiklik vardı üzerimde.
Fularım düşmüş meğer. Bunu fark edince geri dönüp kafamı kapıdan uzattım. Arkaşıma bol nefesli kısık sesimle durumu belirrtim. Fularımı verdi.

O arada sınıfın dörtte üçü derin bir 'Off!' çekti. Ne düşündüklerini az çok tahmin edebiliyorum ama söylemem.

Sonuç olarak sınavlarım iyiydi.

Sonra finallere girdim. Yine iyi geçmişti sınavlarım ama  şifremi unutmuşum bu sefer de. İki gündür sonuçlara bakamıyorum.

[Bence bu benim suçum değil. Öyle bir şifre istiyorlar ki büyük-küçük harf, noktalama işareti, sayı olacak içinde. Uzaya robot gönderiliyor da benden isim koymamı bekliyorlar sanki. Üç kere de kulağına fısıldayayım oldu olacak.]

Şifremi unuttuğumu fark ettiğimden beri aynı ses kulağımda; 'Sen okuyacaksın da biz görücezz!'


26 Şubat 2013 Salı

GEÇMİŞ

 Kendi ruhumu hunharca katlediyorum bu günlerde.
Geçmişte yaşama sevdam beni öldürmek üzere. 
Zaman ilerlemiyor sanki.  

Şimdiki zamanı yaşamak, zordur.
Bence, sadece ben bu durumda değilim.
Düşününce hak vereceksin bana. 

Geçmişi özlemek ve ya geçmişteki seni bulup kulağını çekmekten başka ne yaptın bugünlerde?
Ya da geçmişi bir kenara bırak, geleceğinden endişe etmediğin tek bir günün var mı? Hayatın boyunca aynı işi mi yapmak istiyorsun? Bunları düşünmekten beyninin içi eriyormuş gibi hissetmiyor musun?

Geçmişte yaşayanlar topluluğunun önünde bayrak sallayanların başında 'Fotoğrafçılar' gelir bana göre.
Öyle değil midir, zaten

Şöyle gelişir muhabbet:
' Hadi! Bu anı ölümsüzleştirelim!!
-Neden?
'İlerde bakarız işte resimlere'
- Fotoğraf onun adı, resim değil.
  
Geçmişin mabedidir fotoğraf. 
Geleceğe hediye edilen, geçmişin posteridir. Promosyonundur senin. Şimdiki zaman hırsızıdır. 
Fotoğraf sevmediğimden değil; fotojenik olmadığımdan ısınamadım bir türlü.  

İçinde bulunduğun anı yaşayamamak, seni anılardan konuşmaya iter. 
En yakın dostunla konuştuğun yegane şey ortak anılarınız ise kendine benzetmişsindir onu da. Kabak tadı vermeye başlarsın. Dostun olduğu için çıkarmaz da sesini
Şimdiki zamanı yaşayabildiğim tek insan şu anda bana uzak. Bir yıldan fazla bir süre de uzak olacak. Ondandır diyorum bu haller.
Geçmişin ya da geleceğin, umrunun yüz metre yakınına yanaşamıyorsa eğer onunlayken; bırakma onu. Geleceğine götürürsün :)




Seni özledim Snoopy...



   
  
 
  

15 Şubat 2013 Cuma

DÖRT AY

Gençliğime güvenip 'Çalışırım yaaee haftanın yedi günü, nolcaaak ki!' dedim. Altından da başarıyla kalktım kalkmasına da, yoruldum gerçekten. (O yüzden ara verdim yazmaya)

Bu yoğun dönemde dikkatimi çeken tek şey çevremdekilerin tepkileriydi. 

Şöyle gelişti tüm dialoglar: 

Annem:  Ben babasından alışığım zaten. Tatil nedir bilmezdi o da. Babasına çekmiş.

1,5 ay sonra annem:  Bak kızım! Notları yetiştiremiyorum diye sinirini bizden çıkarma! O odanın hali ne öyle!

4 ayın sonunda: Ben zaten biliyordum kızımın yapabileceğini.


Küçük kardeşim: Ne zaman bitecek abla işin bilgisayarla?

1,5 ay sonra:  Abla ne zaman bitecek işin bilgisayarla?

4 ayın sonunda: Ara verdiğinde oynayayım bari abla, olmaz mı?


Snoopy:  Çok fazla ders almadın mı sence de? Yapabilecek misin? Ya, aslında biliyorum yapacağını, adım gibi biliyorum hem de ama sıkılırsın diye söylüyorum. Ben kendimden biliyorum, sıkılırdım yani.

 1,5 ay sonra:  Çok yoruluyorsun, zaten gün içinde hiç  konuşamıyoruz. Eve gidince de uyuyorsun. Konuşamıyoruz hiç. Ben sana dedim o kadar ders alma diye. Bu da ders olsun sana. Almazsın işte o kadar fazla ders bir daha!

 4 ayın sonunda:  Çok zor bir işi başardın. Çok fazla yüklendin kendine, yoruldun. Şimdi biraz dinlen. Seninle gurur duyuyorum.


Babam:  Vaktinde yatmıyorsunuz, vaktinde kalmıyorsunuz!

1,5 ay sonra:  Ne oldu ki, bir buçuk ay sonra?

4 ayın sonunda: Bırak kızım sen bu işi, gel atölyede çalış. Saatin belli en azından, hafta sonun da var.
Ama en önemlisi vaktinde yatıp vaktinde kalkmaktır.


Kraliçe:   Ne zaman bitecek peki bu yoğunluk?

1,5 ay sonra: Çok özledim seni. :(

4 ay sonra: Bu hafta sonu geliyorsun :))))) Ama sesin yorgun geliyor. :( Neyse gel de sen bi, çok özledim seni.

Bu son dört ayım bunları duyarak geçti. Yazacak başka bir şey dikkatimi çekmedi. Şimdilik :]

7 Aralık 2012 Cuma

KONUSUZ KONU'lar :)


     1KISA :
Ortalık yerde serce parmak, anahtar!, kalem arkasını kulağına sokup, sn'de 120 defa ileri-geri hareket ettirerek kulağını kurcalayan, cismi kulağından çıkarırkan şlops diye ses geldiğini bile duyamayacak kadar kendinden gecen insan güruhu;  yap bunu ama tanık olmayalım :)
*Kulak temizleme çubuğu, olay yeri inceleme memurlarının sıvı-doku, kan, sperm örneklerini toplaması için icat edilmiştir. 


2. KISA :
Giysilerimizde, marka adının dışında, daha komplike detayların bulunduğu - yıkama kılavuzu, fiyatı, x--- buradan kesiniz ibaresi vs. - etiketler niye bu kadar çok yapraklı ve uzun oluyorlar ki? Bide kumaşın iki ayrı parçasını birleştirmek için kullanılan dikişin içine iliştirilerek niye dikiliyor? Kesip ortadan kaldırayım diyorsun giysi teyellerinden ayrılıyor, hop! dikişte atıyor. İç çamaşırlarına bile upuzun etiket koyuyorlar. Popondan faks gelmiş gibi sallanıyor. Şık değil :)


3. KISA :
Hayattaki küçük yalancıklar ;)
Umrumda değil, bir ara görüşelim mutlaka, tv’de sadece belgesel izliyoruz biz, sen çok farklısın, bu size olur=bu size çok yakıştı, haksızlığa gelemem, ben doğuştan FBliyim, BJKliyim, GSliyim (olmaz o doğuştan, zeka gelişimi kuralına aykırı bi kere), kapıya çarptım, istesem bana kız mı/erkek mi yok, uyuyordum, duymadım, sessizdeydi (telefona cvp verilmediğinde), walla sana gülmüyorum, benim değil arkadaşımın!, kim olsa aynı şeyi yapardı, çok iyi görünüyorsun, kilo mu verdin/aldın sen?, değiştim artık ben, bir daha yapmayacağım, unuttum, yok bişey!, üzüntüden değil sinirden ağlıyorum, karşıdaki kız/erkek bana bakıyor!, yüzüne de söylerim ondan mı çekineceğim, hiç acımayacak, bir arkadaşa bakıp çıkacağım, başım ağrıyor, su içsem yarıyor, acımadı ki, walla sarı da geçtim, zararına satıyorum, ben zengin fakir ayırmam, canım, leğende dedemi yıkıyorduk(!), bu saatten sonra arkadaş arıyor insan, kendi ayaklarımın üstünde duruyorum artık, beni beğenen böyle beğensin, 3  gündür kahvaltıyla duruyorum gram vermedim, motordaydım duymadım, arkadaşız biz, ben yapmadım miki yaptı, sistemler gitti, şarjım bitti.

YENİ NUMARA

Değişikliklere, aynı hızda uyum sağlayanlardan olamadım hiç.

Özellikle eşyaların yerinin değiştirilmesine, modanın değişmesine, hatta ve hatta diziler başlamadan önce 'Bilmemneyin sunduğu dizi başlıyor.' cümlesindeki 'bilmemne' markasının bile değişmesine, küsüyorum, üzülüyorum, sinirleniyorum, dışlıyorum.

İstemiyorum değişiklik falan. [Bence, yaşlanınca hiç çekilmem ben]

 Ancak, mecburiyetten telefon numaramı değiştirmek zorunda kaldım.

Her telefonunu değiştiren canlı gibi ben de, aileme ve yakın dostlarıma şaka yapma gereksinimi duydum ve yaptım.

1. Önce annemi aradım. Aslında aramadan önce, nasıl bir tavır takınacağımı kafamda belirlemem gerekirdi, bunu es geçtiğimi annem telefonu açınca farkettim. Bankacı ile metres arasında kaldı sesim. Ama annem beni pazarlamacı sanmış.
Sonuca bakmak lazım, kandırdım.

2. Babamı aradım daha sonra. Kararlıydım, bankacı olacaktı sesim. Heyecanlandım. Kekeledim.
'Sen kimsin bea! Kek kek, ne dediğin anlaşılmıyor!' diye kükredi babam. 'Sizi sonra ararız' dedim, iş mülakatı yapmışız gibi.

3. Artık tecrübeliydim. Eskiden aynı dersaneye gittiğimiz yakın dostumu aradım. Gittiğimiz dersaneden aradığımı söyledim. 'Son taksitiniz ödenmemiş gözüküyor. Yasal yollara baş vurmak durumundayız' dedim.
'Yoo, ödedim ben' dedi. İnat ettim. Hukuki yollara başvururm hee, diye çemkirdim. 'Tamam tamam akşam ben iş çıkışı uğrayayım, neymiş anlarız' dedi.
'Heh şöyle akıllı ol' gibi bir şey hissettim gibi oldu. Ama şaka yaptığımı söylemek zorundaydım. Söyledim. Güldük.

4. Ece' yi aradım sonra. 'Merhaba Ece Ha..' derken..
'Ay ben de seni arayacaktım dostum! Cuma akşamı yanına geliyorum!' dedi. Akşam gelecek, film izleyeceğiz. Yahu bari role girene kadar bekleseydi.  Neyse..

5. En sonunda aramaktan vazgeçtim. Gelecek faturadan korktum. 5000 sms mi öyle bir şey yaptım.
Mimiklerini bile göremediğim canım arkadaşım, Yazı-Mazı'nın da tembel yazarlarındandır kendisi. Mesaj attım. Senden hoşlanıyorum gibi, kibar bir adam gibi. Açıklayamam duygularımı utanırım falan diye bir sürü şey yazdım.
Cevap olarak 'Salak' yazdı. Ünlemsiz. Ünlem olsa bu kadar koymaz bak.  :]

 Bir daha telefon numaramı değiştirirsem, çok manasız bulsam da, kesin aynı şeyi tekrarlarım bence ben. :]


16 Kasım 2012 Cuma

TAHMİN

Çocukuluk arkadaşım- birbirimize çakabo diye hitap ederiz.- nişanlandığında, evliliğine daha çok var, demiştim. Göz açıp kapayıncaya kadar geçen zaman yine saşırtmadı beni, kendimi düğünde giyeceğim kıyafeti ararken buldum birden. [bknz:http://yazimazi.blogspot.com/2012/09/bitti.html)]

Düğün dernek derken yuvasını kurdu Çakabom, beni ve kardeşimi evine davet etti. Uça uça gittik.
Evini inceledim, her zamanki gibi, benim yanına bile yaklaşayamacağım zevkini konuşturmuş. Mükemmel bir evi olmuş. :]

Yemek yiyip içeçeklere geçtiğimizde arkadaşımda bir farklılık hissettim. Yüzü... Sanki, nasıl desem, değişmişti. Bunu ona da söyledim, nazar değmesin diye bebek beklediğini saklayıp saklamadığını sordum. Hayır, dedi. Saklamıyorum.
Kendisi de bilmiyormuş zaten hamile olduğunu.Bir kaç hafta sonra arayıp söyledi hamileyim diye.

Bu tahmin, benim tutan ilk tahminimdi.

Ben anladım ya onun hamile olduğunu, her ortamda bir şekilde konuyu oraya çekip çekip 'Ben anlamıştım zaten. Ben söy-le-diy-dim ehehe benden kaçar mı ha- hay!' falan deyip havamı da bol bol atmaya başlamıştım. Sanki yılların ebe hatunuymuşum gibi benden kaçmaz, sen şu göze baksana şu gözeee diye iticiliğin doruklarında geziniyordum.

Sonraları bu tahmin durumunu daha da abarttım. Birisi hamile mi, bildiğiniz, zorla onun hamileliği ile ilgili rüya görmek için kendimi zorlamaya başladım. Ne kadar falcı olmaya meraklı bir bünyem olduğunu da o zamanlar farkettim.
Baktım ki rüya falan yok, amaeen, dedim. Nereden bilecek, gördüm de, geç yahu.
Bu arada ben kendimi böyle saçma salak şeylere adadığım dönemlerde, insanların da benden onları yapmamı sabırsızlıkla beklediğini düşünürüm. Halbuki, ohooo kimsenin umrunda değil. 

Neyse.. K.çımdan uydurduğum kehanetleri haber vermem gereken saatlerin nedense ya sabahın köründe ya da gecenin bir yarısı olduğunu düşünürdüm. O dönemlerde rahatsız ettiğim tüm arkadaşlarımdan tek tek özür dilerim.

Hamile olduğunu duyduğum birisini, sabahın köründe aradım. Saat sekiz miydi neydi, normal şartlarda o saatte uyanmam imkansızdır ama nasıl bir istek varsa içimde, hemen kalktım. Aradım defalarca, sonunda açtı.
Dedimki: 'Ay canım uyandırdım galba. (Tabiki uyandırdım. Otuz kere aradım.) Yok, yok kötü bir şey yok. (Olsa seni mi ararım alaam ya, annemi ararım, babamı ararım.) Ya ben bi rüya gördüm. (Külliyen yalan) Dayanamadım aradım. Şeymiş, sen hamilesin ya. Heh işte erkek olcakmış o! (Rüyanın sonunu pat diye söylersen, gelişmelerini dinlemez karşındaki, bunu öğrendim.) Böyle masmaviiii birr deniz varmış, çok güzelmiş, sende de bemm- beyaaaz bir tiril tiril elbiseee..' falan derken devamını dinlemeyi çok istdeğini ama çok geç yattığını, işe gitmesi gerekmese vallahi de billahi de saatlerce benimle konuşmak istediğini ama şimdi kapatması gerektiğini son derece nazik bir dille söyleyip beni başından attı.

Bebek mi? Çok güzel bir kız çocuğu olarak dünyaya geldi.
Ben de bu işi zirvedeyken bırakayım dedim. :]      Gençlerin önünü açtım bence :]

6 Kasım 2012 Salı

KÜÇÜK BEKLEMELER

Beklemekten, bekletilmekten en nefret ettiğim dönemlerdeyim. 

Uzun süreli beklemeler beni çok yormuyor aslında.
Bir gün sonrasını, bir ay sonrasını ve ya bir yıl sonrasını beklemek benim için çok da büyük bir külfet değil. 
Yani oyalanabiliyorsun o süre zarfında. Başka planlar sokuşturuyorsun aklının bir köşesine. Hatta kendini o süre zarfında geliştirebiliyorsun bile.

Ancak iş kısa süreli beklemelere geldiğinde, gözüm dönüyor.

Örneğin bugün, ufak tefek ihtiyaçlar için alışveriş yapmaya giderken dedimki; oturayım bir yerde, çay içeyim.
Görünmez miyim neyim,bilmiyorum, bildiğin gelmiyorlar siparişimi almaya. Boynum koptu garsonla gözgöze geleceğim diye.
Yaklaşık beş dakika sonra siparişimi verdim. 

Siparişimi beklerken, açıldığında çift kişilik nevresim kadar olan gazatelerden birini aldım.
Gazeteyi almamla içinden broşürlerin dökülmesi bir oldu. Bir sürü marketin tanıtımını yapan broşürlerdi bunlar. Hepsi de çiğ tavukları ve kuşbaşı etleri ne kadar ucuza sattığını fotoğraflarla belgeliyordu. Onları bir kenara koyup gazetenin bana en yaramayacak haberlerinin yarısını okudum; ama bütün fotoğraflarını inceledim. 
  
Çayımı içtikten sonra kasaya doğru ilerledim; kasiyer kız elindeki telefona o kadar dalmıştı ki beni farketmedi bile. Belki de ben gerçekten görünmezim, bilemiyorum.
Kasiyer kızın dikkatini çektikten sonra her normal müşteri gibi parayı uzattım. 
'Adisyon olmadan olmaz.' dedi. Gittim, adisyonu aldım. Ödemeye çalıştım, kasayı açamadı. 'Erkan Beeey, bakar mısınız?' diye haykırdı. Erkan Bey eliyle 'bir saniye' işareti yaptı ve bir dakika sonra  gelip kasayı açtı. 

Bozuk yokmuş! 
Çay bu arkadaşım, çay ya! Bozuk nasıl olmaz bir kafede yahu? Beş lirayı bozamadılar.
İki dakika sonra bu büyük krizi de atlattık. Çıktım gittim kafeden. 

Alışverişimi yapacağım yere girdim, almam gerekenleri aldım. Kasaya doğru ilerledim, kasiyer kız, arkamdaki kadını işaret edip 'Bayan, sizin eşyalarınız az,ilk önce sizinkini alıyım' dedi.

Ondan sonrasını hatırlamıyorum.