16 Nisan 2013 Salı

HEY ONBEŞLİ

Odamı toplama kararı almam uzun sürdü. Çoook uzun. Gerçekten uzun.

Bir sürü, önemli her halde diye sakladığım şeylerin önemli olmadığını ilk bakışta anlamadım.  Sabırla ayıklamaya başladım. 
Bankamatikten çektiğim paraların makbuzlarını saklamışım. İlk on tanesini, uzun uzun inceleyerek çöpe doğru son yolculuklarına uğurladım. Sonra, sıkıldım. Hepsini attım gitti.

İçlerinden birisi dikkatimi çekti. Tahminen on beş yaşlarında yazdığım bir kağıt.  On sene sonra olacağım kişi ile ilgili öngörülerin olduğu bir liste. O zamanlar bu gibi listelerden onlarca yaptığımı hatırlıyorum. Bu sıkışmış kalmış, onlarca bankamatik kağıdının içinde. 

Şu anda yirmi beş yaşında biri olarak, on beş yaşındaki kendime şunu söylemeyi borç bilirim. 
'Hee, canım hee, oldu hepsi.'

- On sene sonra üniversiteden derece ile mezun olacağım! (Ünlem de koymuşum, korkutmaya çalışmışım kendimi)
Evet, üniversiteden mezun oldum olmasına da, her yaz okuluna iştirak ederek ve bir sene uzatarak.

- On sene sonra bir yabancı dili anadilim gibi, diğerini ise konuşulduğunda anlayacağım kadar öğreneceğim!
Geçenlerde YDS'ye (Yabancı Dil Sınavı) girdim. Hepsini, 'B' olarak işaretledim.
Bir ara Fransızca kursuna yazıldım. İnsanlar ter kokuyordu (b.k atmak) ben de bıraktım kursu. (Zor geldi.)

- On sene sonra milli bir sporcu olarak Türkiye'yi temsil edeceğim!
O sene, bıraktım basketbolu. Pöfür pöfür sigara içiyorum.

-On sene sonra, en az iki kez yurtdışına çıkmış olacağım.
Evet, çıktım. Azerbaycan'a gittim. Sanki teyzemlerdeydim ama, öyle bir yurt dışı deneyimiydi. 
Öğrendiğim kelimeler: Necesin? (Nasılsın), Sümük (Kemik), Toyuk (Tavuk). Bu bilgi birikimiyle bence beni tutmayın.

- On sene sonra İstanbul'da, Beyoğluna yakın bir yerde eve çıkacağım!
Ailemle beraber oturuyorum, İstanbul'da değil. Üç kişiden ikisinin kanser olduğu bir bölgede.

 Sonuç olarak, gerekli değilse, makbuz almayın. Bir sürü ağaç gidiyor. Yapmayın.


13 Mart 2013 Çarşamba

DIŞARIDAN

Utana sıkıla yanıma geldi ve şöyle sordu: 'Ya bir şey soracağım. Cevap vermek zorunda değilsin. Şey ya, senin acaba diyorum, annen baban mı boşandı?'

'Ne alaka? Yoo, ne oldu ki?' diye cevap verdim.
'Bilmem, dışarıdan öyle duruyorsun'

Bak, şunu herkes gibi bende duydum 'Dışarıdan çok soğuk duruyorsun ama tanıdıkça sevdim seni'
Ama bu benzetmeye hiç anlam veremedim. Etrafımda annesi babası boşanmış arkadaşlarım da var; ama onlara has bir yüz ifadesi yok ki. Gerçekten anlam veremedim.

Hafif bir 'Emrah' ifadesi var bende biliyorum ama buna yorması beni çok şaşırttı.
Hem sonra ben alıngan insanım; yani annem ve babamla ilgili öyle ya da böyle ufacık olumsuz bir şey söylenince nevrim dönüyor.

'Sensin boşanmış! Ne alaka canım ollo ollo ya? Senin annen baban boşanmış. Git! Bak valla uyuz oldum sana!' dedim.
Ayıp oldu ama olsun.

Yüz ifadelerinden başarısız sonuçlara ulaşanlar da hep beni bulur. Hele benzetildiğim insanlar bir garip. Bana benzetikleri insanlar hiç birbirine benzemiyor ya hu..

Bir gün şöyle bir şey oldu.
Dedi ki 'Ya var yaaa, sen benim kuzenime o kadar çok benziyorsun ki, aklın durur. Hık demiş burnundan düşmüş'
'Allah allah :) Kimmiş kuzenin?' diye sordum.
'YAVUZ!' dedi ya.

Benzetildiğim insanların özelliklerini şöyle bir karıştırırsak, bildiğin lirik bir roman karakteri ortaya çıkıyor.

Yavuz: Annesi babası boşanmış, mahmur bakışlı, kırılgan, alıngan, sümükleri akan ezik.

Bu mudur yani?

Nerde o eskiden 'Büyüyünce çok güzel kız olacak, maşallah' diyenler. Ne oldu da, Yavuz oldum ben?
Her şey bir yalandan ibaretmiş.

:]

5 Mart 2013 Salı

SINAV

Hukuk fakültesi içinde ukte kalmış birisi olarak, ikinci üniversite olarak açıköğretimden adalet meslek okuyayım dedim. Zaten bu bölümün bir çok dersini ben veriyorum, işim kolay olur dedim.

Vize haftası geldi, çattı. Sabahın köründe Snoopy ile buluştuk, sınavın yapılacağı yere gittik.
ÖSYM' nin yaptığı sınavlarda, kalem- silgi dahil olmak üzere çanta falan içeriye alınmaz. Sadece gerekli belgelerle içeriye girebilirsiniz. Açıköğretimde içeriye alıyorlarmış meğer. Bunu bilmediğimden çantamı Snoopy' e bıraktım. Binanın kapısına doğru ilerledim.

Kapıda, güvenlik görevlileri vardı, bayanların üzerinin arandığı kısma geçtim. Kadın güvenlik görevlisi üzerimi aradı. Ama ne aramak. Ellerimi havaya kaldırdım, sanki Meksika sınırında uyuşturucu kaçakçılığı yaparken yakalnmışım gibi. Kadın tuttu beni, kendine çekti. Şap şap şap vurdu her yerime. Tek vücut olduk resmen. Bir şey de diyemiyorsun. Boyu da kısa zaten, gömücem kafayı en son o olacak.
Neyse kadının kokusu üzerimde, içeri girdim. O günden beri onun kokusu olmadan uyuyamıyorum : P.

İçeriye girdim. Bir çok öğrenci yerini almış usul usul sınavın başlamasını bekliyordu. Ağzını kapamaya üşenen bazı öğrenciler esnemenin ağızda yarattığı baskıya dayanmaya çalışıyor, başarılı olamıyor o yüzden de suratları uzuyordu, gözleri kapanıyordu.

Yerimi buldum, paldır küldür montumu çıkardım oturdum.

İçeride üç tane gözetmen vardı. Biri orta okuldan arkadaşım çıktı. Uzaktan 'Naber?' der gibi göz kırptı. Bende kısık sesle ama herkesin duyabileceği gibi. 'Aaa! İyi, senden naber kız?'  dedim bol nefes efekti ile.
----------
Diğer gözetmenlerden biri gelip belgelerimi kontrol etti o arada.
Sınavlarda, senin sen olduğunu ispat etmek zor zanaat. Hem fotoğraflı öğrenci kimliğim var hem de sınav giriş belgem ama yok inanmıyorlar hala. Nüfus cüzdanım da olmalıymış. Başka bir öğrenciyi sınava almamışlar bu nedenle,  o yüzden beni de alamazlarmış.

Arkadaşım beni korumak adına baya bir mücadele verdi ama sonuç olarak yemedi. Telefonunu rica ettim arkadaşımın, aradım Snoopy' i, getirdi kimliğimi.
Nefes nefese koştum, çıktım binadan kimliğimi aldım, binanın girişine geri döndüm. Yine o kadın, sırıtarak bekiliyor. dedim ki içimden 'Bi s.ktr git ya!'. Dışımdan ise, ' Beni zaten aradınız, kimliğimi unutmuşum, onu getirdi arkadaşım, onu almak için çıktım' dedim.

Kadın, sorumsuzluğumu yüzüme vurmak istercesine ve suratında alaycı bir ifadeyle 'Peh! Sen okuyacaksın da biz de görücez!' dedi.

Hoca olduğumu söyleyemedim.

Sınıfa girdim yine paldır küldür oturdum, baktım ki sınav kağıtlarını dağıtmışlar.
Açtım kitapçığı, çözmeye başladım. 'Heheyt beaa!' surat ifadesiyle üçüncü soruya geçmiştim ki. Paaat diye, kitapcığımı kapattı gözetmen.

'Daha sınav başlamadı!' diye bağırdı.

Ödüm patladı. O kadar dalmışım ki. Etrafıma baktım, herkes pür dikkat sınavın başlamasını bekliyor.

Arkadaşım bir müddet benimle göz temasını kesti. E haklı tabi. Herkes sessiz sedasız beklerken ben dilim dışarıda 'Bunu daha geçen hafta anlattım heheyt!' diye soruları çözüyordum. Utandı galiba benden azıcık.

Neyse, sınav başladı dediler. Ben bu sefer temkinliydim. Ağır çekim sınava başladım ama kısa sürede bitirdim.
Montumu, kalemleri, belgeleri ve kapağının kapalı olduğunu düşündüğüm su şişesini aldım.
Arkadaşımla göz temasını kurup 'Hadi görüşürüz' diye el salladım.

Dediğim gibi, su şişesinin kapağının kapalı olduğunu düşünüyordum ben. Suyun bir kısmını suratıma yiyince uyandım mevzuya.
Arkadaş, o nasıl bir el sallamaktı öyle. Sanki Titanik'i uğurluyorum, alt tarafı sınavdan çıkıyordum. Yerler falan göl oldu göl!

Yüzüm kıpkırmızı ve ıslak çıktım salondan.

Çıktım sınavdan çıkmasına da bir eksiklik vardı üzerimde.
Fularım düşmüş meğer. Bunu fark edince geri dönüp kafamı kapıdan uzattım. Arkaşıma bol nefesli kısık sesimle durumu belirrtim. Fularımı verdi.

O arada sınıfın dörtte üçü derin bir 'Off!' çekti. Ne düşündüklerini az çok tahmin edebiliyorum ama söylemem.

Sonuç olarak sınavlarım iyiydi.

Sonra finallere girdim. Yine iyi geçmişti sınavlarım ama  şifremi unutmuşum bu sefer de. İki gündür sonuçlara bakamıyorum.

[Bence bu benim suçum değil. Öyle bir şifre istiyorlar ki büyük-küçük harf, noktalama işareti, sayı olacak içinde. Uzaya robot gönderiliyor da benden isim koymamı bekliyorlar sanki. Üç kere de kulağına fısıldayayım oldu olacak.]

Şifremi unuttuğumu fark ettiğimden beri aynı ses kulağımda; 'Sen okuyacaksın da biz görücezz!'


26 Şubat 2013 Salı

GEÇMİŞ

 Kendi ruhumu hunharca katlediyorum bu günlerde.
Geçmişte yaşama sevdam beni öldürmek üzere. 
Zaman ilerlemiyor sanki.  

Şimdiki zamanı yaşamak, zordur.
Bence, sadece ben bu durumda değilim.
Düşününce hak vereceksin bana. 

Geçmişi özlemek ve ya geçmişteki seni bulup kulağını çekmekten başka ne yaptın bugünlerde?
Ya da geçmişi bir kenara bırak, geleceğinden endişe etmediğin tek bir günün var mı? Hayatın boyunca aynı işi mi yapmak istiyorsun? Bunları düşünmekten beyninin içi eriyormuş gibi hissetmiyor musun?

Geçmişte yaşayanlar topluluğunun önünde bayrak sallayanların başında 'Fotoğrafçılar' gelir bana göre.
Öyle değil midir, zaten

Şöyle gelişir muhabbet:
' Hadi! Bu anı ölümsüzleştirelim!!
-Neden?
'İlerde bakarız işte resimlere'
- Fotoğraf onun adı, resim değil.
  
Geçmişin mabedidir fotoğraf. 
Geleceğe hediye edilen, geçmişin posteridir. Promosyonundur senin. Şimdiki zaman hırsızıdır. 
Fotoğraf sevmediğimden değil; fotojenik olmadığımdan ısınamadım bir türlü.  

İçinde bulunduğun anı yaşayamamak, seni anılardan konuşmaya iter. 
En yakın dostunla konuştuğun yegane şey ortak anılarınız ise kendine benzetmişsindir onu da. Kabak tadı vermeye başlarsın. Dostun olduğu için çıkarmaz da sesini
Şimdiki zamanı yaşayabildiğim tek insan şu anda bana uzak. Bir yıldan fazla bir süre de uzak olacak. Ondandır diyorum bu haller.
Geçmişin ya da geleceğin, umrunun yüz metre yakınına yanaşamıyorsa eğer onunlayken; bırakma onu. Geleceğine götürürsün :)




Seni özledim Snoopy...



   
  
 
  

15 Şubat 2013 Cuma

DÖRT AY

Gençliğime güvenip 'Çalışırım yaaee haftanın yedi günü, nolcaaak ki!' dedim. Altından da başarıyla kalktım kalkmasına da, yoruldum gerçekten. (O yüzden ara verdim yazmaya)

Bu yoğun dönemde dikkatimi çeken tek şey çevremdekilerin tepkileriydi. 

Şöyle gelişti tüm dialoglar: 

Annem:  Ben babasından alışığım zaten. Tatil nedir bilmezdi o da. Babasına çekmiş.

1,5 ay sonra annem:  Bak kızım! Notları yetiştiremiyorum diye sinirini bizden çıkarma! O odanın hali ne öyle!

4 ayın sonunda: Ben zaten biliyordum kızımın yapabileceğini.


Küçük kardeşim: Ne zaman bitecek abla işin bilgisayarla?

1,5 ay sonra:  Abla ne zaman bitecek işin bilgisayarla?

4 ayın sonunda: Ara verdiğinde oynayayım bari abla, olmaz mı?


Snoopy:  Çok fazla ders almadın mı sence de? Yapabilecek misin? Ya, aslında biliyorum yapacağını, adım gibi biliyorum hem de ama sıkılırsın diye söylüyorum. Ben kendimden biliyorum, sıkılırdım yani.

 1,5 ay sonra:  Çok yoruluyorsun, zaten gün içinde hiç  konuşamıyoruz. Eve gidince de uyuyorsun. Konuşamıyoruz hiç. Ben sana dedim o kadar ders alma diye. Bu da ders olsun sana. Almazsın işte o kadar fazla ders bir daha!

 4 ayın sonunda:  Çok zor bir işi başardın. Çok fazla yüklendin kendine, yoruldun. Şimdi biraz dinlen. Seninle gurur duyuyorum.


Babam:  Vaktinde yatmıyorsunuz, vaktinde kalmıyorsunuz!

1,5 ay sonra:  Ne oldu ki, bir buçuk ay sonra?

4 ayın sonunda: Bırak kızım sen bu işi, gel atölyede çalış. Saatin belli en azından, hafta sonun da var.
Ama en önemlisi vaktinde yatıp vaktinde kalkmaktır.


Kraliçe:   Ne zaman bitecek peki bu yoğunluk?

1,5 ay sonra: Çok özledim seni. :(

4 ay sonra: Bu hafta sonu geliyorsun :))))) Ama sesin yorgun geliyor. :( Neyse gel de sen bi, çok özledim seni.

Bu son dört ayım bunları duyarak geçti. Yazacak başka bir şey dikkatimi çekmedi. Şimdilik :]

7 Aralık 2012 Cuma

KONUSUZ KONU'lar :)


     1KISA :
Ortalık yerde serce parmak, anahtar!, kalem arkasını kulağına sokup, sn'de 120 defa ileri-geri hareket ettirerek kulağını kurcalayan, cismi kulağından çıkarırkan şlops diye ses geldiğini bile duyamayacak kadar kendinden gecen insan güruhu;  yap bunu ama tanık olmayalım :)
*Kulak temizleme çubuğu, olay yeri inceleme memurlarının sıvı-doku, kan, sperm örneklerini toplaması için icat edilmiştir. 


2. KISA :
Giysilerimizde, marka adının dışında, daha komplike detayların bulunduğu - yıkama kılavuzu, fiyatı, x--- buradan kesiniz ibaresi vs. - etiketler niye bu kadar çok yapraklı ve uzun oluyorlar ki? Bide kumaşın iki ayrı parçasını birleştirmek için kullanılan dikişin içine iliştirilerek niye dikiliyor? Kesip ortadan kaldırayım diyorsun giysi teyellerinden ayrılıyor, hop! dikişte atıyor. İç çamaşırlarına bile upuzun etiket koyuyorlar. Popondan faks gelmiş gibi sallanıyor. Şık değil :)


3. KISA :
Hayattaki küçük yalancıklar ;)
Umrumda değil, bir ara görüşelim mutlaka, tv’de sadece belgesel izliyoruz biz, sen çok farklısın, bu size olur=bu size çok yakıştı, haksızlığa gelemem, ben doğuştan FBliyim, BJKliyim, GSliyim (olmaz o doğuştan, zeka gelişimi kuralına aykırı bi kere), kapıya çarptım, istesem bana kız mı/erkek mi yok, uyuyordum, duymadım, sessizdeydi (telefona cvp verilmediğinde), walla sana gülmüyorum, benim değil arkadaşımın!, kim olsa aynı şeyi yapardı, çok iyi görünüyorsun, kilo mu verdin/aldın sen?, değiştim artık ben, bir daha yapmayacağım, unuttum, yok bişey!, üzüntüden değil sinirden ağlıyorum, karşıdaki kız/erkek bana bakıyor!, yüzüne de söylerim ondan mı çekineceğim, hiç acımayacak, bir arkadaşa bakıp çıkacağım, başım ağrıyor, su içsem yarıyor, acımadı ki, walla sarı da geçtim, zararına satıyorum, ben zengin fakir ayırmam, canım, leğende dedemi yıkıyorduk(!), bu saatten sonra arkadaş arıyor insan, kendi ayaklarımın üstünde duruyorum artık, beni beğenen böyle beğensin, 3  gündür kahvaltıyla duruyorum gram vermedim, motordaydım duymadım, arkadaşız biz, ben yapmadım miki yaptı, sistemler gitti, şarjım bitti.

YENİ NUMARA

Değişikliklere, aynı hızda uyum sağlayanlardan olamadım hiç.

Özellikle eşyaların yerinin değiştirilmesine, modanın değişmesine, hatta ve hatta diziler başlamadan önce 'Bilmemneyin sunduğu dizi başlıyor.' cümlesindeki 'bilmemne' markasının bile değişmesine, küsüyorum, üzülüyorum, sinirleniyorum, dışlıyorum.

İstemiyorum değişiklik falan. [Bence, yaşlanınca hiç çekilmem ben]

 Ancak, mecburiyetten telefon numaramı değiştirmek zorunda kaldım.

Her telefonunu değiştiren canlı gibi ben de, aileme ve yakın dostlarıma şaka yapma gereksinimi duydum ve yaptım.

1. Önce annemi aradım. Aslında aramadan önce, nasıl bir tavır takınacağımı kafamda belirlemem gerekirdi, bunu es geçtiğimi annem telefonu açınca farkettim. Bankacı ile metres arasında kaldı sesim. Ama annem beni pazarlamacı sanmış.
Sonuca bakmak lazım, kandırdım.

2. Babamı aradım daha sonra. Kararlıydım, bankacı olacaktı sesim. Heyecanlandım. Kekeledim.
'Sen kimsin bea! Kek kek, ne dediğin anlaşılmıyor!' diye kükredi babam. 'Sizi sonra ararız' dedim, iş mülakatı yapmışız gibi.

3. Artık tecrübeliydim. Eskiden aynı dersaneye gittiğimiz yakın dostumu aradım. Gittiğimiz dersaneden aradığımı söyledim. 'Son taksitiniz ödenmemiş gözüküyor. Yasal yollara baş vurmak durumundayız' dedim.
'Yoo, ödedim ben' dedi. İnat ettim. Hukuki yollara başvururm hee, diye çemkirdim. 'Tamam tamam akşam ben iş çıkışı uğrayayım, neymiş anlarız' dedi.
'Heh şöyle akıllı ol' gibi bir şey hissettim gibi oldu. Ama şaka yaptığımı söylemek zorundaydım. Söyledim. Güldük.

4. Ece' yi aradım sonra. 'Merhaba Ece Ha..' derken..
'Ay ben de seni arayacaktım dostum! Cuma akşamı yanına geliyorum!' dedi. Akşam gelecek, film izleyeceğiz. Yahu bari role girene kadar bekleseydi.  Neyse..

5. En sonunda aramaktan vazgeçtim. Gelecek faturadan korktum. 5000 sms mi öyle bir şey yaptım.
Mimiklerini bile göremediğim canım arkadaşım, Yazı-Mazı'nın da tembel yazarlarındandır kendisi. Mesaj attım. Senden hoşlanıyorum gibi, kibar bir adam gibi. Açıklayamam duygularımı utanırım falan diye bir sürü şey yazdım.
Cevap olarak 'Salak' yazdı. Ünlemsiz. Ünlem olsa bu kadar koymaz bak.  :]

 Bir daha telefon numaramı değiştirirsem, çok manasız bulsam da, kesin aynı şeyi tekrarlarım bence ben. :]