6 Kasım 2012 Salı

KÜÇÜK BEKLEMELER

Beklemekten, bekletilmekten en nefret ettiğim dönemlerdeyim. 

Uzun süreli beklemeler beni çok yormuyor aslında.
Bir gün sonrasını, bir ay sonrasını ve ya bir yıl sonrasını beklemek benim için çok da büyük bir külfet değil. 
Yani oyalanabiliyorsun o süre zarfında. Başka planlar sokuşturuyorsun aklının bir köşesine. Hatta kendini o süre zarfında geliştirebiliyorsun bile.

Ancak iş kısa süreli beklemelere geldiğinde, gözüm dönüyor.

Örneğin bugün, ufak tefek ihtiyaçlar için alışveriş yapmaya giderken dedimki; oturayım bir yerde, çay içeyim.
Görünmez miyim neyim,bilmiyorum, bildiğin gelmiyorlar siparişimi almaya. Boynum koptu garsonla gözgöze geleceğim diye.
Yaklaşık beş dakika sonra siparişimi verdim. 

Siparişimi beklerken, açıldığında çift kişilik nevresim kadar olan gazatelerden birini aldım.
Gazeteyi almamla içinden broşürlerin dökülmesi bir oldu. Bir sürü marketin tanıtımını yapan broşürlerdi bunlar. Hepsi de çiğ tavukları ve kuşbaşı etleri ne kadar ucuza sattığını fotoğraflarla belgeliyordu. Onları bir kenara koyup gazetenin bana en yaramayacak haberlerinin yarısını okudum; ama bütün fotoğraflarını inceledim. 
  
Çayımı içtikten sonra kasaya doğru ilerledim; kasiyer kız elindeki telefona o kadar dalmıştı ki beni farketmedi bile. Belki de ben gerçekten görünmezim, bilemiyorum.
Kasiyer kızın dikkatini çektikten sonra her normal müşteri gibi parayı uzattım. 
'Adisyon olmadan olmaz.' dedi. Gittim, adisyonu aldım. Ödemeye çalıştım, kasayı açamadı. 'Erkan Beeey, bakar mısınız?' diye haykırdı. Erkan Bey eliyle 'bir saniye' işareti yaptı ve bir dakika sonra  gelip kasayı açtı. 

Bozuk yokmuş! 
Çay bu arkadaşım, çay ya! Bozuk nasıl olmaz bir kafede yahu? Beş lirayı bozamadılar.
İki dakika sonra bu büyük krizi de atlattık. Çıktım gittim kafeden. 

Alışverişimi yapacağım yere girdim, almam gerekenleri aldım. Kasaya doğru ilerledim, kasiyer kız, arkamdaki kadını işaret edip 'Bayan, sizin eşyalarınız az,ilk önce sizinkini alıyım' dedi.

Ondan sonrasını hatırlamıyorum.