10 Temmuz 2012 Salı

GÜLMESENE

Dayımın kızıyla bir hafta arayla doğum yaptık biz, Rezzan daha önce doğdu. Dün G'nin kızı İ'nin doğum gününü kutlayacaklarmış, arada, geçmiş olsa da Rezzan'nınkini de kutlayalım dediler. 'Rezzan'nın işi olabilir!' dedim hemen. Sevmez benim kız öyle şeyleri. 

Aradım Rezzan'ı, 'Gelirim ama benimkini kutlamayın bak, hiç sevmiyorum öyle şeyleri' dedi, tahmin ettiğim gibi.

Akşam söz verdiği saatte evdeydi, dakiktir benim kızım. Ama üstü başı perişaaaaan. 
'Amaaan yaaee nolcak giderim bööölee' dedi, koc-ca kız oldu, hala ben demesem öyle gidecek, toparlayamıyor kendini. 
Bir de elinde eşofmanla gelmiş, 'Bununla gidiyim anne be, ha olmaz mı?' diye sormuyor mu, of of...

Akşam gittik neyse ki, onu giy-bunu giy davasından geciktik, bizi bekleyecek halleri yoktu, kesmişler pastayı. Ama G, kesilmiş pastanın üzerine mumları dikip 'Aaa! Rezzan! Hadi üfle mumları!' diye Rezzan' a doğru ilerleyince, dik dik baktım kızıma, şimdi ters bir şey söylemesin, 'Yeaakk yaa, ne üflücem çocuk gibi' demesin diye. 
Aferin ama; kıkır kıkır güldü sadece, içten içe böyle bir kutlama mı istiyor, anlamadım ki. 
Ayyy, uğraşamam ben G gibi, ekşili köfte yaparım, Avondan parfüm alırım, vallahi daha mutlu olur Rezzan. [doğru bu]

Gecenin ilerleyen saatlerinde, Rezzan ve İ, sahile indiler.
G ile 'Sizin için geldi bu kadar insan, nereye gidiyorsunuz' bakışı yaptık ama yok gittiler.

Bir zaman sonra en ufak kızım geldi, üzerine dondurma dökmüş. O kadar güzel vakit geçiriyorduk ki, kızmadım, eve gidince değiştiririz dedim.
Bir zaman sonra eşim geldi, çorba dökmüş üzerine, nokta nokta olmuş gömleği, keyfim yerindeydi, hallederiz, dedim.

Artık gecenin sonuna gelmiştik ki, Rezzan ile İ geldi. İ içeri girdi, Rezzan kapıdan kafasını uzatmış, girmiyor içeri. 'Ne yabani kız' dedim içimden. 
İ gülerek yanıma geldi. Rezzan beni çağırıyormuş.

İ kıkır gülüyor, Rezzan; 'Gülmesene kızım!' diyordu.
'Anne ya! Karanlıkta görmedim b.k a oturmuşum' dedi beni görünce. 

Allah'ım!!! Sonra da bana 'Çok konuşuyorsun' diyorlar.  Allah aşkına ne diyeyim ben şimdi bu kıza!

.......................................................................................................................................................................

C. TAZ-2

Çok ağladığında, denizde yüzerken su yutmuşcasına tuzlu su tadı olurdu ağzında.
Göz yaşları gözlerinin iznini almaksının, kirpiklerini birbirine yapıştırarak süzülürdü yanaklarından.

O ağlarken alırdı kararlarını, halbuki kaç kere söylemiştim; 'Üzgünken karar alma, sinirliyken cevap verme' diye. Dinlemezdi ki beni. Ben konuşurdum o duyardı ama dinlemezdi.

Beni karşısında görünmez ederdi, toz bulutu olup uçardı ruhum. Karşısında bir et yığını olarak kalırdım. Bakmazdı gözlerimin içine, bir boşluk bulurdu; dalar giderdi. Belki de o boşluğa can veriyordu, kimbilir?
Ne düşündüğünü anlamak imkansızdı zaten.

Birgün bana; 'Birisinin bana anlam vermesini istiyorum!' dedi usul usul. Benim duymamı istememişti sanki; cevap vermemi istememişti. Kendi içindeki onlarca kişilikle konuşur gibiydi.

'Ben seni anlıyorum' diyemedim. Diyemezdim, sıradanlaşmayı göze alamazdım. Binlerce kez söylenmiştir ona çünkü.

Beni 'iyi bir dinleyici' olarak gördüğünü daha tanışmamızın ilk dakikasında anlamıştım. Ben de gönüllü olmuştum  aslında bu misyona. Ses etmedim, dinledim, hep dinledim.

Kendini eksik görürdü. Yalnız hissederdi çok. Arardı eksik yanını!
Ne alakası vardı, eksik miydi ki o, kendisini tamamlayacak birini arıyordu?!
O kadar tamdı ki; yanına yaklaşan taşırıyordu, gönlündekileri, zihnindekileri..
Ha, bir de yaşlarını..
O bunu bilmezdi. Kendisi ile ilgili gerçeği ona  asla söylemedim.

Sıradanlıklar içinde kavrulan insanların yanında parlardı, farkedilirdi, zaman geçse de unutulmazdı.
Ama o bunu bilmezdi, söylesem gülerdi zaten. Ah! O gülümsemesi. İnanmayarak gülümsemesi. Dudağının bir kenarını çapkınca kıvırır, gözlerini devirirdi. İzlediğimiz düşük bütçeli filmlerin aşk sahnelerinde de aynı gülüşünü yapardı. Ben üzerime alınırdım. Bu yüzden söylemedim ona, kendisini.  Bana gülmesine katlanamazdım, bunu göze alamazdım, dayanamazdım.

Bazen ağlarken, gülmeye başlardı. Endişeyle izlerdim.
'Deli olduğumu düşünüyorsun değil mi?' derdi kahkalarının arasında sıkıştırırak.
Endişemi gizler ben de eşlik ederdim kahkahasına, neye güldüğümü bilmeden.

Sonra çeker giderdi. Onu bulmamı istediğinde bulurdum.
Onu her bulduğumda, karnımdaki derin kara delik daha da derinleşmiş, büyümüş olurdu.