11 Ekim 2012 Perşembe

AYAKKABI

Ziyarete gittiğimiz apartman 3 katlıydı ve her katında da dünyaya yeni yeni melekler gelmişti.
Biz üçüncü katta, kapısı pembe tüllerle süslenmiş dairedeydik.
Biz ziyarete gittiğimizde diğer misafirler kalkmış olduğundan,  bizden başka misafir yoktu.

O yüzden örneklendirmeyi, birinci kat üzerinden yapacağım :]

İlk katta bulunan dairenin kapısının önü, çeşit çeşit ayakkabılarla dolup taşmıştı. 

Kapının önündeki  ayakkabılar, sahipleri hakkında oldukça tatmin edici bilgi verir bence.

Mesela gündüz vakti olmasına rağmen açık, topuklu ayakkabısını kapının önünde çıkaran kadının tırnakları kırmızı ojelidir.

Ya da, iki ayakkabı arasında bir adımdan fazla mesafe varsa, o ayakkabının sahibi muhtemelen tuvalete zor yetişmiştir.
Eğer; ayakkabılar topuklarına basılarak kullanılmışsa; ya bakkal ayakkabısıdır o ya da sahibi, bildiğin, krodur.
Dışarıda yağmur- çamur olmasına rağmen, ayakkabının üzerine sıçramış çamur yok veya çok az ise, ayakkabının sahibi aynı zamanda bir arabanın da sahibidir ve muhtemelen kapalı otoparkları tercih ediyordur.

Eğer; kapının önündekiler ayakkabı değil de, dolgu topuk terlik ise; o terliklerin sahibi kısa boylu ve tatlı dilli bir komşudur, ziyarete gelirken geçirivermiştir terliklerini, kalın çorap giydiği ayaklarına.     

Eğer; kapının önünde converse görüyorsanız, anlayın ki o conversenin sahibi genç, ziyaretini oldukça kısa tutacak ve daha sonra arkadaşlarıyla buluşacaktır. Eğer; ekmek almak için bakkala çıktığınızda converselerin hala orada mevcut olduğunu görüyorsanız, converselerin sahibi genç, dünyaya yeni gelen meleğin teyzesidir, ablasıdır, halasıdır vs... 

Cenaze evi ve ya hasta evi  olmadığı sürece evinizin önündeki ayakkabı karmaşıklığı güzeldir.

Mesela; yaşınız küçükse, yaşıtlarınızla beraber ayakkabıları, annenizin isteği doğrultusunda dizersiniz.

Hangi ayakkabının kime ait olduğunu tahmin eder, her misafir ayrılırken, misafirin  hangi ayakkabıyı giydiğini gözlemlersiniz. Tahmininiz tutunca sevinirsiniz falan.

Büyük ayakkabı tekiyle, küçük ayakkabı tekini dövmekle tehdit edersiniz.

Sürekli yanaklarınızı sıkan teyzenin ayakkabılarına, o ve en önemlisi anneniz görmeden tekme atarsınız. Sonra içinizden teyzeyi affedersiniz, gider ayakkabıyı alır yerine koyarsınız. İçiniz rahata ermiştir artık.

İçinde, titizlik, şans, tehlike, öfke, vicdan azabı duygularının geçtiği bu on dakikayı anneniz şu cümleleriyle tamamlar, 'Aaa! N'apıyorsun sen kapının önlerinde! Mikrop kapıcan kızım! Git arkadaşlarınla oyna!'

Arkadaşlarınızla oynarsınız.

Kıssadan hisse: 1.Yeni doğmuş bebekleri sevelim.
                             2. Annem haklı, ayakkabıları içeri alalım çünkü 25 yaşında olmanıza rağmen hala sizi öyle hatırlayanlar var, başka anı verememişim yazık vallahi :]

 

 

6 Ekim 2012 Cumartesi

TORUN

Dedem rahatsızlanıp riski oldukça yüksek olan ameliyatlardan yorgun ancak sapasağlam çıktığında sevinçten çıldırmıştık. Hastanede dönüşümlü olarak ben ve ailemin diğer fertleri kalıyordu.

Seksen küsür yaşında olan dedem, bir iki gün sonra artık tatsız şakalar yapacak duruma gelmişti bile.

Beyin ameliyatından çıktıktan sonraki ikinci gününde oldu anlatacağım olay.

Kafatasına açılan deliğe montelenen damar yeşili boruları kıpırdatmamaya çalışarak bana seslendi; beni yanına çağırdı ve 'Nerdeyiz biz?' diye sordu.
Endişelendim ve çatallaşan sesimle sorusunu 'Hastane odasındayız dede!' diye cevapladım.
'Hayır!' diye çıkıştı. 'Sen hastane odasındasın ama ben asansördeyim!' dedi.

Allah aşkına, böyle bir şey dese beyin ameliyatından çıkan birisi size, tepkiniz ne olurdu?

Benim tepkim, yeşilçama taş çıkartan cinstendi.

'Hem-şireeeaa!' diye kapıya doğru böğürdüm. Nefesimin hızlandığını hissediyordum. Sonra..

'Fıh fıh fıh!' diye bir ses duydum, dedeme dönüp baktığımda gülmekten kıpkırmızı olmuştu.

Şakaya bakar mısınız?

İşte, biraz sitem ettim, bir daha böyle şakalar yaparsa, vallahi de billahi de giderim diye tehdit ettim, anlaştık.

Biraz zaman geçtikten sonra, iş yerimde yaşadığım ufak tefek problemlerden bahsettim, bana tavsiyelerde bulunmasını istedim.
İş, tavsiyeleri geçip Hollanda'da yaşadığı işçilik hayatına doğru uzandı. Dedem anlattıkça yaşıyor, yaşadıkça anlatıyordu.  Ağzım açık dinledim. Dedem anlatırken sanki ben de onunla birlikte oradaymış gibiydim.
Onu kızdıran insanlara ben de sinirleniyordum. Dedem, onlara ağzının payını verince bende de bir rahatlama oluyordu. Yaşıyordum yani birebir.

Bu arada, dedem mükemmel bir anlatıcıdır. O'na çektiğimiz söylenir. :]

Sadece dedemle değil, hemen hemen bütün yaşlı insanlarla iyi anlaşırım ben. Geçmişlerini ölesiye merak ederim.

Peki ya ben? Eğer ölmez de, 75-80 yaşına kadar yaşarsam?
Benim de hayatımı merak eden torunlarım olacak mı?
Merak etseler dahi, ne anlatacağım ki onlara?
Ne yaşadım, ne yaşayabilirim ki?

Zaman gösterecek bunları diyerek sonlandırıyorum ama siz de bir düşünün bunu.






1 Ekim 2012 Pazartesi

İKİ BUÇUK KAT

Bulutlara, işaret parmağıyla dokunmaya çalışan çocuk eli misali gökyüzüne uzanan, benim de incelemeye doyamadığım, İzmit'in bir elin parmak sayısını geçmeyen tarihi eserlerinden olan 'saat kulesi'ndeydik  Snoopy'le beraber.
 
Saat kulesindeki kafelerde pek yiyecek çeşidi olmadığından çarşıya inelim,dedik.
Onu mu yiyelim, bunu mu yiyelim diye, hemen hemen her gün yaşadığımız kararsızlığa,sınırlı sayıda fast-food seçeneklerini tekrar tekrar gözden geçirerek son vermeye  çalışırken merdivenlerden iniyorduk ki ufak kızı gördüm.
 
Biz merdivenlerden inerken merdivenin bize göre sol tarafindan yukarı çıkıyordu, annesi ve ufak kızı.
 
Ufak kız sanırım;'kel doğan'lardandi. 
Saçları uzamamış, ufaklığin başı yer yer açık sarı, saç demeye bin şahit lazım, tüylerle kaplıydı. Ailesine surekli 'Ayy çok tatlı, kız mı, erkek mi?' sorulduğunu tahmin etmek pek de güç değildi. Bu yüzdendir ki, ufak kızın kıyafetlerinde bir pembe enflasyonu vardı. 
Kız çocuğu olduğu belli olsun diye, yaşına girmeden kulaklarının deldirildiği de aşikardı.
 
Ufak kız, merdivenleri, annesinin göz hapsinde, yardımsız, tek başına,sabır zorlayan bir yavaşlıkla, her basamağa iki ayağını birden basarak kendinden emin bir şekilde ilerliyordu. Annesi, ufak kızının arkasında, ayağına dolanan pardesüyü tek eliyle dizlerinin biraz altina kadar toplamış vaziyette takipteyken bir anda kızını koltuk altlarından yakalayıp son basamağa kadar hızlı hızlı çıkardı. 

Şimdiiii, şöyle bir düşünce aldı beni. Ufak kızın  kaldırıdığı yükseklik, boyunun neredeyse iki buçuk katıydı. 
Hiç beklemediği bir anda kendini havada buldu.

Kendimi onun yerine koydum.
Merdivenlerden çıkarken birden birinin beni koltuk altlarimdan tutup boyumun iki buçuk katı yüksekliğe kaldırıldığını düşündüm. 

Afedersiniz, bu durumda ödüm b.kuma karışırdı benim.

Dürüm yedik o gün :] Sonunu bağlayamadım, özür :]