22 Nisan 2012 Pazar

BLOG

'Blog', önceden benim için denizde;  ne biliyim nehirde boğulma sesiydi.  


Şunun gibi; 'İmdaaat!! blog blog blog ( burda suya batıyor, sonra tekrar su yüzüne çıkıyor) imdaaatttt!!' 


Sonradan ne olduysa, SEN oku diye, 'blog' yazmaya başladım. 

Kendimi, genel müdürmüş gibi hissediyorum bazen. 

Hatta, bilgisayar başına geçmeden, yazmaya  başlamadan evvel, ''hayali çalışma arkadaşlarıma'' :'Hadi arkadaşlar sıkı çalışalım, yetiştirmemiz gereken yazılar var' diyorum. Motive ediyorum onları. :)
Geçen küçük kardeşim, çalışma arkadaşlarımı paylarken duydu beni, alışık olduğundan, ses etmedi, hiç şaşırmadı bile. :) Umarım, rol- model olarak beni almıyordur.

Yazılarımın okunma istatistiklerine bakıyorum; tanımadığım kadar insan okuyor bazen bu yazıları. 
Havalara giriyorum biraz, annem 'Kaldırak yaptım, gel ye' diyene kadar sürüyor bu havalarım. 
Genel müdür, kaldırak mı yermiş!?! Nerde görülmüş?
 (Bilmeyenler için görünüşü çok kötü ama tadı güzel bir sebze yemeğidir kaldırak. Kaldırek diyenler de vardır.)

Yavaş yavaş bu 'blog' da benim için boğulma anlamına gelmeye başladı. 

Bırakıyorum.






ŞAKA NAN ŞAKA.. :) ARA VERİYORUM...

GÖRÜŞÜRÜZ SONRA TEKRAR...

 -Kızım gelsene soğudu yemeğin?


+ Kapımı çalsana anne, koskoca genel müdürüm ben. Olloo ollo ya..

- Yazma bak beni oralara! Vallahi kızıyorum.

+ Taam yaeee..

'O_o'











 
 

 

 
 

MÜDÜR

[Kardeş gibidir resmi bayramlar.
Her zaman şikayet edersiniz, ama elinizden alındığında, ona birşey olduğunda, kenidinizi tanımayacak kadar sinirlenir, saldırganlaşırsınız.]


Hiçbir bayramda görev almadım ben. Külfetti benim için.
Zaten ben dinlemiyordum şiir  okuyanları, izlemiyordum halkoyunu grubunu.
Beni mi izleyeceklerdi, dinleyeceklerdi, Allah aşkına?
Dinlenmeme, izlenmeme fobimden mütevellit, katılmadım işte, hiç de pişman değilim.

Siyahtı benim o sene gittiğim okulun önlüğü, güneşli havalarda güneş ışığını emdikçe emer, soluk tenli beni bile kıpkırmızı yapardı.
 
İlkokul zamanlarımda,  23 Nisan' ın gelişine sevinen tek kişi olan okul müdürü alıyordu eline mikrofonu, konuştukça konuşuyor, zamanla kelimeler anlamını yitiriyor, ip gibi dizilmiş biz çocukların, tahminen, bayılmamızı bekliyordu.

Öyle de kalabalıktıkki okul bahçesi, ne müdürün susmasını bekleyen bir tek bendim, ne de sıcaktan bunalan. Hepimiz sussun diye gözünün içine bakıyorduk müdürün ; ama o ilgiyle dinlediğimizi zannediyordu herhalde, uzattıkça uzatıyordu konuşmasını.

İçimden 'Allahım, nolur, yağmur falan yağsın, sussun şu, serinleyelim biraz, zaten annem saçımı sımsıkı topladı, başım ağrıyor, bir de bu sıcak! Allahım noluuur noluurr yağmur yağsın' diye dua ettim. 


Dualarım kabul oldu; yağmur kısmı olmasa da.. Ayaklarımda bir serinlik hissettim. Ohh be, dedim.


Ayakkabılarıma baktım, alacalı bulacalı bişeyler vardı. 
Yanımdaki kız, sıcaktan herhalde,  ayağıma kusmuştu!

Sonra onu gören diğeri, sonra onu gören diğeri, diğeri, diğeri...



Serinledim sonuçta.. 


Müdür Bayramınız, Kutlu OLsun Arkadaşlar! 
















konumuzla ilgisi yoktur. Okumaya burdan devam edecek birine göndermedir. :]

21 Nisan 2012 Cumartesi

TIPKI

Survivordaki ' gönüllüler' i, ünlü sandım ben. 
Tanıdık geldi aslında biraz, özellikle uzun boylu olanı. 
Onu, Dansın Sultanları' nda gördüğüme neredeyse eminim. 
Hani ;o uyduruk uyduruk yarışmalarda 'hiaaaa' diye bağıran var ya, o adam işte.

Neyse, mevzu o değil aslında. 
'Birşeylere benzetilmek ve bununla içten içe gurur duymak'...
 
Küçükken, anlamını bilmediğim; ama söyleyen kişinin yüz ifadesinden, kelimenin tınısından, iyi bir anlamı olduğu kanısına vardığım bir sözcük vardı;
'Melez'.  


İçimden 'melez ne be?' derdim ama sevinirdim de azıcık; anlamını bilmeden. 
Yamuk yumuk gülümserdim.
Çok oturmamıştı o zamanlar anlamı;  ama 'melez' in peşisıra bir de 'güzeli' diyorlardı ki; işte o zaman havamdan geçilmezdi. 


[Sonra sonra anladımki benim ülkemde 'yabancılara benzetilmek' bir övgüydü.]

 Son zamanlarda; artık; ' Aynı İtalyan gibi. Aynı
 İngiliz gibi' sıfatlar kullanılmaz oldu, iyi de oldu.

Milletleştirilmemeliydi zaten hiçbir zaman.
Ama bence; kişiselleştirmede bir sakınca yok.
Kimin hoşuna gitmez ki güzel insanlara benzetilmek..

'Aynı Angelina Jolie, Aynı Clark Gable' gibi.. 

Olabilir..





 



 

 
 

20 Nisan 2012 Cuma

ZAM

Geçenlerde,  güzeller güzeli Nazya bebek yavaş yavaş konuşmaya başladı. 

Bebeklerin favori ilk kelimelerinden olan; iki aynı heceyi peşpeşe söyleme geleniğini sürdürmekte terddüt etmedi Nazya Bebek.. 'baba, dede' gibi  kelimelerle başladı. 'Pepe' de cabası.

O an ailenin tüm büyüklerinden övgü, gurur, şirinliğe karşı iç gıcıklanmasıyla karışık 'ay ay ay' sesleri yükselirken şunu düşündüm.

Sevgiye, ilgiye ' zam' geliyor arkadaş.

Kimbilir bana zamanında ne övgüler yapıldı. 'kahverengi ye, 'kakkarengi' dediğimde ne çok sevildim kim bilir. İlk adımım nasıl da sevinçle karşılandı kimbilir. (Bu arada ben 9 aylık yürümüşüm. İnceden gurur duyarım da :)) 


Şimdi ise yürüyorum diye ne bir alkış, konuşuyorum diye ne bir övgü, tuvaletimi altıma yapmadığım için ne bir teşekkür.. Büyümek zor zanaat.. Öyle birşey beklemiyorum tabi ama eskisi kadar takdir görmek zorlaşıyor mu ne?


Liseden mezun oluyorsunuz yetmiyor, üniversite kazanmanız bekleniyor.
Üniversiteyi kazanıyorsunuz, bu sefer de mezun olmanız bekleniyor.
Mezun oluyorsunuz, iş bekleniyor. İş buluyorsunuz evlilik, sonra çocuk, çocukların iyi yetiştirilmesi vs..
Övülemiyorsunuz bir türlü. 


Tek bir adımınızın övüldüğü, tek bir kelimenizin sürekli size tekrar ettirilmeye çalıştıldığı günler geride kaldı. Ve işin en kötü tarafı bunları hatırlamıyorsunuz.

Sevgiye, ilgiye daha fazla zam gelmeden stoklayın bence. 
En azından bu seferkiler unutulmayacak.





 

17 Nisan 2012 Salı

KÜÇÜK KARDEŞ

Erken kalkan bir çocuktum ben zaten.

Güneş ışığı, perdelerin arasından sızarak; gözlerimi açmamı; bütün kış beklediğim günün geldiğini fısıldayarak uyandırdı beni.

Babannem çoktan kalmış, sobaya odun atmış, sobayı tutuşturmuş; sobanın üzerindeki çamaşırlığa,  babamın gönderdiği çoraplarımı kuruması için asmıştı bile.


Ona belli etmeden, ses etmeden, usul usul abimin artık eskimiş, ona küçük gelen kabanını giydim. 
Usul usul giyinmesem bile duymazdı ya.. 

Yavaşça sokak kapısını açtım. Günlerdir ayazın kesiklerine alışmış yüzüm hemen hissetti havanın yumuşadığını.

Çürümüş tahta merdivenlerden aşağıya hızlı hızlı indim. Arka bahçeye doğru olanca gücümle koştum.

Çok erkendi, kimsecikler yoktu.
Bembeyaz bir denizdeydim sanki. Yavaş yavaş, abimin delinmiş ayakkabısı altında ezilen karların gıcırtısını duya duya ilerledim. 

Sonra birden durdum, arkama döndüm, geldiğim yola baktım.

Sadece benim ayak izlerim vardı. Sadece benim!

Sadece bana ait olacak bir dünya kurmaya o an karar vermiştim, üzerimde abimin kıyafetleriyle.

 





 

14 Nisan 2012 Cumartesi

SEVGİLİ GÜNLÜK

Sevgili Günlük;

Eşyalardan sadece sana ' sevgili' denilmesinin altında yatan sebep nedir? 

Sır saklayacağına ilişkin yerleşik inanç mı? 
Hayır, çünkü; biliyorum ki, ortaokulda tuttuğum günlük herşeyi, a'dan z'ye anneme anlatmıştı.

Bugün bir değişiklik yapalım, sen benim hayatımı üzerinde değil; ben senin hayatını üzerimde taşıyayım. Ama açık ol, kimse okuyamayacakmış gibi, bilmeyecekmiş gibi.

Sevgili Rezzan;

Bugün yine beni kitap dolabına kaldırmayı unuttuğun için masanın üzerindeydim.
Sonra annen geldi : 'Hiç sormuyor bu kız kendine, evlenince de çekecekler mi beni diye' diyerek yerdeki tersi dönmüş kazakları ( Bu arada önce kazağını, sonra içine giydiğin body i çıkar, ikisini birlikte çıkarmışsın ters ters, gerçekten dağınıksın) topladı, araya beni de sıkıştırdı, dolabın içine koydu.


Ara ara bir yükselip bir alçalan ses tonuyla söylenerek yatakları topladı annen. Gerçekten koca kız oldun Rezzan, topla şu odanı artık.


Neyse, dolabın güzel kokuyordu, ama ortamda bir gerginlik vardı. Yeşil kazağının üzerine tahta kaleminin boyası mı dökülmüş ne, giymiyormuşsun galba, çok üzüntülüydü. Etiketi üzerinden çıkmamış atkı onu teselli ediyordu. ' Bak bana o kadar para verdi, daha kullanmadı bile beni'

Bir tane hırka vardı kıs kıs gülüyordu, onu giyiyormuşsun galba hep.
Sahi sen neden hep aynı şeyi giyiyorsun? Atkıyı da tak bir gün havalar ısınmadan, çok iyi bir atkıya benziyor, tanısan sen de seversin.

Neyse, madem ben yazacağım senin üzerine biraz da ince işlerden bahsedeyim :).

Borçlar Hukuku kitabın beni beğenmiş galba; kitap dolabındaki şu 2010 basım olan; söyle ona hiç işim olmaz, borçla harçla..

Ceza hukuku da boş değil bana karşı ama çok maço, işim olmaz onunla da, vurdulu kırdılı. 

Ben, aslında Medeni Hukuk 'u beğeniyorum, ama bişey yok tabii :) 
Daha sonra gelişmeleri anlatırım.

Oh valla, iyi geldi, içim açıldı biraz.




  

11 Nisan 2012 Çarşamba

KÖPEK

Adidas reklamını izlemişsinizdir, bilimum ünlü en son model üç çizgili ayakkabılarını giymiş,koşuyor..

O reklamı izlediğimde çok istedim koşmayı.. Şöyle sabah erkenden kalkıp sahilde koşsam, sonra taze portakal suyu içsem... İşe gitsem sonra diye..

Tabiki beceremedim; ben ki haftasonu tatillerimde İstanbul'a gidip Beyoğlunda turlamak isteyip de sabah olduğunda 'ameeeaaan boşver haftaya gidersin' diyen insan, kaldıki koşmak için sabahın köründe kalkıyım.. 

Uykuyu çok seviyorum ben öyle böyle değil..

Ama en sonunda karar verdim.Zorlandım ama kalktım, başardım yani; eşofmanlarımı giydim.. Hava nasıl diye bakmak için pencereden bakayım bir dedim.. En sevdiğim görüntü(!) ile karşılaştım.

Yahu arkadaş, bu köpekler ne ayak? Sabah olunca birleşip mahalleyi turluyorlar..
Mahallenin namusu bizden sorulur der gibi yürüyorlar zaten, sapık olarak da beni ilan ettiler. Adımımı atmamla 'yakalayın hovv hovv' diye peşimden koşuyorlar ya!!

Pencereden bakarken gördüm; gözlerinden okudum resmen; şöyle diyorlardı '' gelse-ee gelse-ee bişiyy yapmıyycaz''. Tırstım, uyudum tekrar.

Köpeklerin, kendilerinden korkanları tespit edebilme yetenekleri vardır, derler. Şimdi yazsam inanmazsınız, ama doğru, bende test edildi. ( isteyerek değil)

Yani kısaca bana saldırıyorlar..

Hatta; en sonuncusunda, ben; koca kız 'aaanneeeaaa' diye bağırdım.. O da başka bir hikaye..

Aslında ben şuraya bağlayacaktım; bence benden iyi reklam senaryosu yazarı olurdu, büyük ihtimal yapılmıştır böyle bir reklam ama şöyle bişey düşündüm, paylaşıyım dedim :)...

Benim gibi birisi evden çıkarken; bu üç çizgili ayakkabıları giysin, yüzünde sinsi bir gülüş olsun bu kızın,
köpekleri peşine taksın, koşssunlar çok, ama köpekler bunu yakalayamasın

Sonra; ertesi sabah; köpekler bu üç çizgili ayakkabıları giysin, dört patiye birden. Sonra da köpekler sinsice gülsün ve reklam bitsin.


Hayvanları sevelim; onları koruyalım. :)



10 Nisan 2012 Salı

BEKLENTİLİ TEBESSÜM

Ben aslında iyi bir anlatıcıyımdır; yani ne biliyim, güleriz çok..

Ama 3-5 arkadaşın bulunduğu bir ortamda 'Ya Rezzan şunu anlatsana, süperdi ya valla' dediklerinde; olmuyor arkadaş...
Gelişine vurmak lazım bu durumlarda; içinden gelmeli anlatmak..

Hayır yani, bırak beni, dinleyenler için de bir eziyet.. Zaten dikkat edin, bu durumlarda insanlar anlayış göstermede oldukça bonkör davranıyor.. Tabi acıyorlar o durumda insana; tebessümle dinliyorlar..

Suratında anlatmak zorunda kalma hissinin ifadesi; kendinden emin olmayarak, kekleyerek; kendi güldüğü şeyi anlatan bir tip..

Beklentili tebessüm seni dinleyenlerin yüzlerinde..

Ama;. ya konunun bittiğini anlamazlarsa? Oooffffff.... Beklentili Tebessüm devam eder yüzlerinde. (öl burda daha iyi)

Aynı şeyi tekrarlayıp durursun, çırpınırsın demek daha doğru..

'Çok komikti ya, hehehe, Çok güldük yaaa, heeeehhee, valla süperdi heheheh..'

İçinden şu geçer: ''Anla nan anla! Bitti!''

Son zamanların ağrı kesici bir cümlesi varki; işte onu kullanınca insanlar bu durumu anlıyorlar:
'' Paylaşıyım dedim.''
 Ama bunun modası da geçmek üzere; bu duruma başka bir ifade bulmak gerek..

''Dermişiiiim'' vardı bir aralar; kullanılmaz oldu (çok şükür). 'Paylaşıyım dedim' de böyle olacak.. Birşeyler yapmalıyız; bu durumdan kurtaracak cümleler üretmeliyiz..

9 Nisan 2012 Pazartesi

CHOKELLA

Kırmızı, derin ve kulllan at özelliğiyle saklama kabı niteliğinde olan chokella kutuları annem tarafından tercih edilmekte olup her buzdolabını açtığımda moral bozukluğuyla buzdolabı kapağını kapatmama neden olur bu kırmızı derin chokella kapları.

Sabah kalkıyorum erkenden işe gitmek için; bazen, çok nadir, çay demliyorum; ekmeğimi alıyorum... 'aaaa' diyorum, 'dolapta chokella vardı'..
Dolabı açıyorum, chokella kabını açıyorum; manzara müthiş (!)...

Daha içinde chokella gören olmadı. Ya dünden kalan yemek ya salça ya da ne biliyim yoğurt falan oluyor içinde..

O değil de; içinde sebze yemeği olunca çok kötü oluyor insan.. Misal kabuska gibi..
Senin beklentin o iştah açan, mis kokulu çikolata iken içinden kabuska çıkıyor ya!..

Dediğim gibi içinde daha çikolata gören olmadı; isyan ediyosun tabi bir zaman sonra..

Geçenlerde annem dediki : ' Başımın etini yiyorsunuz chokella diye, aldım, bir haftadır, kapağını açmamışssınız'

'Neden acaba?' acaba diyorum, hep beraber gülüyoruz ve içinde kapuska olan chokella kabının yanındaki açılmamış chokella kabını açıp afiyetle yiyoruz..

Aldı tabi beni bir düşünce; kim bilir o kutunun içine koyulacak?

8 Nisan 2012 Pazar

AJAN

Siyah boğazlı kazak, dar deri pantolon, topuklu ayakkabılar, siyah buğulu bir makyaj, sımısıkı toplanmış atkuyruğu olan güzel kadın; elinde susturucu takılmış bir silahla; sırtını duvara verip yavaş yavaş ana bilgisayarın olduğu odaya girer.

Flashı bilgisayara takar; hızlı hızlı klavyeyi tuşlamaya başlar; ekranda yazılar hızlı hızlı akmaya başlar. Yüzüne ekranın yeşil- mavi ışığı vurur ve sinsice gülümser...
Her şeyi anlamıştır o an..

Düşünüyorum da; o topuklu ayakkabılarla yürümek bile imkansızken; bir de üzerine sessiz olunması gerek; zor zanaat.. Sadece bu da değil..
Mesela...
Bilgisayarı nasıl o kadar net kullanıyorlar?
Nerden biliyorlar; gizli şeylerin o dosyada olduğunu?
Ya da o bilgisayar o kadar önemliyse eğer; neden başında kimse yok? Şifre yok?

Kendimi düşünüyorum da ; ajan falan olsam ben..
Topuklu ayakkabı da şart olsa; dolgu topuk giyerdim heralde :)

 Bilgisayar odasına girdiğimde; bilgisayarlardan anlamadığım için anlayan bir arkadaşımı arar:
 ' Nereye bascam ben şimdi? Ekranda böööle şeyler var.. Dosyalar falan.. Bi kapatıp açsam mı?'  derdim büyük ihtimal..

Herkesin yapabileceği işler vardır ve yapamayacağı.. Mesela benden  çocuk bakıcısı, ajan, kuaför veya şair olmaz.

Hayatımın şu aşamasında hala öğrenecek çok şey; öğretilecek çok şey olduğunu biliyorum ve ben öğretici olmaktan gurur duyuyorum.

Ama belli olmaz, ajanlık da fena gelmedi; belki siyah boğazlı kazak alırım ilk adım olarak..





 


6 Nisan 2012 Cuma

SAĞLIK

Bizim ailemizde genetik sanırım.
Herkesin yaptığı şeyleri biz yaptığımızda daha çabuk dağılıyoruz. Hemen tipimize yansıyor.

Sofya'da okuyan kardeşim geldi bugün. Bir arkadaşıyla birlikte otobüsle gelmişler.
Muhabbet ederken söyle dedi:  'Ya abla mola yerinde bir arkadaşıma baktım bir bana. İkimizde aynı saatte bindik otobüse; o sanki hiç yolculuk yapmamış gibiydi; bense sanki Çin'den yürüyerek gelmişim gibiydim'.

Doğru gerçekten.. Mesela etüt saatlerimizin  aynı olduğu diğer hoca arkadaşlarım dersten çıktıklarında; derse nasıl girdilerse aynılar; onlar dersten çıktığında gayet dinçler; ama ben...
Böyle bir perişan, saçlarım elektrklenmiş vaziyette, ağız dolusu küfürle çıkıyorum derslerden.
Daha beni 'dinlenik' gören olmadı. Vitaminsizmiyim neyim, bilemedim.

O değil de bu değişim konusunda en çok takıldığım şu; otobüste ayakta giderken nasıl bir ifadem var, hiç bilmiyorum, 80 yaşındaki amca kalkıp yer verdi ya bana, bu olay 1-2 kere oldu, ona çok içerledim.
-' geç evladım geç, hastasın'

Aslında turp gibiydim; ama bozmadım tabi; iki kere öksürüp tıksırdım, teşekkür ettim, oturdum.

Bir de; biri bana 'hasta mısın? pek iyi görünmüyorsun' dediğinde; hışımla 'yoh ya iyiyim diyorum'..
Sonra yavaş yavaş 'kötü müyüm nan yoksa, evet evet kesin kötüyüm' deyip günün devamını ''hastalıklı'' olarak geçiriyorum.

-'' Ay aman valla ölüyorum, anam anam anam'' falan diyorum hatta, utanmasam başımı tülbentle sıkacağım o kadar..

Aslında fiziken ben çok sağlıklıyım. İyiyim ben yani.

5 Nisan 2012 Perşembe

HELACI

Evlerinin onu boyali direk' diye bir sarki vardi bi aralar, Öyku-Berk soyluyordu..
O sarkinin soyle bir sozu vardi; 'her aciya dayanamaz bu yuuureeek..' Diye.. Iste ben ordaki 'her aci' lafini, senelerce ne olarak anladim ve o sarkiya eslik ettim, biliyomusunuz.. 'HELACIYA'...
Sacma geldigi zamanlarda mantik cercevesine de otturdum guzelce bu lafi.. Soyle 'gonul bu,, ota da konar...' diye... Bi terslik oldugunu cok cok uzun zaman anlamadim, yani 'manda yuva yapmis sogut dalina' diye fizik kanunlarina aykiri bir durumu benimseyen turkuler vardi da, helaci niye sevilmesindi,alla allahti.. diye dusunmustum.. Bide eslik ettim ben zamaninda , canli muziklerde buna.. Ay ay, dusunsene 'helaciya dayanamaz bu yuuureeek' diye bagira bagira sarkiya eslik eden bir tip, allah benim iyiligimi versin emi..

KİMSİN?

Arkadaşlık adına söylenebilecek pek söz yok aslında.
Çoğu zaten düşünülmüş, söylenmiş, hatırda kalmış, sürekli tekrarlanmış şeyler..

Her arkadaşlığın alanı, ortamı bir başka. Okul arkadaşlığı, sınıf arkadaşlığı, dersane arkadaşlığı, üniversiteden arkadaş, çocukluk arkadaşı..

Hangisinin önemli olduğu önemli değil aslında. Yanında mı? Yanında olmasa bile ya- nın- da- mı?
Bu değil mi önemli olan?

Benim okul arkadaşlarım var.  Sıramı paylaştığım..
Benim çocukluk arkadaşım var.
Benim üniversiteden arkadaşım var.
Benim dersaneden arkadaşlarım var.
Benim ev arkadaşlığı yaptığım arkadaşım var.
Benim yurt arkadaşlarım var.
Benim hiç görmediğim arkadaşım bile var.

Hiç biri birbiriyle aynı değil; onları aynı ortama koysan birbirlerini gırtlaklar heralde..
Hepsinin bir araya geleceği gün ya düğünündür ya cenazen.

Aslında mesele hepsinin bir araya gelmesi de değil; zaten her biri başkadır; herbiriyle  başka başka aktiviteler yapabilirsin..

Kimi tatlile çıkabileceğin ; kimi film izleyebileceğin; kimi iş hayatından dert yanabileceğin; kimi ise dedikodu yapabileceğin arkadaşlarındır.

Her biri ayrı ayrı tanımlar seni. Her birine; bir kağıda seninle ilgili üç özellik yazmasını söylesen; çok farklı şeyler çıkar. Annenin seni tanımlarken kullandığı kelimelere tam terstir genelde bu bulgular.

Peki ben gerçekten kimim, hangisiyim ?








3 Nisan 2012 Salı

KAKUTİ

Hayalgucu cok yuksek bir cocuktum ben.

Anlam verememeleri cok normalmis, simdi düsündükçe hak veriyorum. Hatta annem birazdan yazdiklarimi ona anlattigim zaman 'aaa..sen o yuzden mi salak salak hareketler yapiyodun, bende biseyin var zannediyordum, uzuluyordum' demisti. 

Mevzu su; annem pazardan bi esofman ustu almisti, uzerinde 3 tane kareteci cocuk var, 1i kiz diger 2 si erkek. Ozamanlarda da mahallede takildigim iki erkek arkadasim vardi.
Esofmani giyer giymez dedimki, 'Bunlar biziz! Bence biz süper kahramanız'..
Allah askina siz hic, fotoğrafını ustunde tasiyan super kahraman gordunuz mu? Cocukluk iste. 

Bi tane dusman yarattim kafamdan, hani bu Kemal Sunalin filmi varya, gulyabani filmi, ordakinin aynısıydı düşmanım..Adini da nerden uydurdum bilmiyorum ama, Kakutiydi.

Neyse annem ve ben ve butun Ulasli(köyümüz) dugune gidiyoruz. Ben ayaktayim, dogal olarak tutunuyorum, dusmemek icin minibusun koltuklarina.. Birden Kakuti belirdi. Kotu adam gulusu yapti 'hahaha! Eger dugune hic biryere tutunmadan gidemezsen anneni öldürürüm' dedi. 

Tabiki basarabilirdim, annemin hayati benim ellerimdeydi. 'Sana yenilmicem Kakuti' diye diye baya bi tutunmadan gittim. 

Takiii... Kadir Amca ani fren yapana kadar, sofor koltugunun oraya bir uctumki anlatamam, ama Kakuti pert oldu. Ezdim onu..

Sonra annem popoma vura vura ve hece hece 'ben sa-na tu-tun de-me-dim-mi, batti ustun basin diye diye kucagina otturdu beni. 
Hayatini kurtardigimi bilmiyodu. Nasil bi tesekkurdu o oyle.. Ama gururluydum.

Kirikkalede 7 yasinda olmak


Gercekci bir cocuk olmak, uzerinden araba gecen zavalli kedinin, basinda ha ruhu cikti ha cikacak diye bekleyen bir grup cocugu bir sure izlemek, 'ahanda bana gorundu, beyazdi ruhu, ruhu cikti' diye övünen cocuga; 'ne ruhu, b.ku cikmis kedinin' diyerek, uzun bir sure oyunlarina alinmama sebebiniz olabilir.. Burda takildiklari kelime 'b.k' tur. Cok terbiyesizsinizdir..
Hiiii ne deediii, annene soyliycem tehditlerine maruz kalirsiniz. Anneme derken de 'b.k' dedi diyeceksin, sende b.k demis olacaksin cevabina karsilik verilemeyince.. 
Tasi alip kafani gozunu kirarim haaa, diye tekrar tehdit edilirsiniz.. Baktiniz caniniz tehlikede, ama yinede bozuntuya vermezsiniz, ' gel gel! Ben allahima güveniyorum, sen taşa mi guveniyosun' gibi absurd bi cumle soylenir.
O arada anneniz cagirdigi icin cok sanslidir o cocuk, yoksa doverdiniz,kesin yani..

KIYAFET MATEMATİĞİ

Kiyafetlerim üzerine bir matematik oturttum ben.
Öyle 'matematik' deyince artist biseymis gibi anlasilmasin.
Onun eş anlami; tembellik aslinda.. Ya da kiyamamak..
Misal; camaşirsuyu mu bulasmiş gömlegime... Olsun.. Üzerine kazak giyerim..
Misal; terliğim ha koptu ha kopacakmi.. Terligi attira attira yürürüm yine de, yapistirmam onu..
Misal; tshirt; yikandiktan sonra cekti mi.. Olsun, yatarken giyilir..
Iste bunlari sadece sen biliyorsan ve sadece sen kullaniyorsan icten ice 'zekiyim unan ben' diye haz verir.. Ancak; misafirlige gelen arkadasina aciklayamazsin bunu..
- ya Rezzan, bu terlik kopmak uzere
+ he o mu? Attira attira yüruü.. Bak böölee yapcan..
- ya kac paralik sey; gidelim aliyim ben sana onun aynisindan
+ yohk! Kullanilir o daa..
-ooff iyi.. Nasil yapcaktim.. Aman yaa
+ söölee attirdigin zaman yeni gibi....
Fln fln...

 O_o bence anlasilmadi..