18 Haziran 2012 Pazartesi

ATAKAN

Bana mı denk  geliyor bilmiyorum ama, her havuzda; simitle yüzen, kapalı, şişman kadınlar, doğa üstü göbeğe sahip, omuzlarında uzun uzun siyahlı beyazlı kıllar olan adamlar, ergenlik çağındaki, obez, kız- erkek çocukları ve yaşlı ama bunu kabullenememiş çok süslü kadınlar oluyor.  

Bir de böyle yaşlı ama süslü kadınların, irikıyım, izbandut gibi on üç- on dört  yaşlarında, sesi henüz oturmamış, nazlı erkek çocukları oluyor.

^İnsanları çok eleştiriyorsun; sen mükemmelmişsin gibi^  diye düşünmeye başladığım bugünlerde; üyesi olduğum spor tesisinin havuzunda karşılaştım onlarla.

Uzun, kırmızı ojeli ayak tırnaklarından, dalga dalga selülitlerinden, siyah mayosundan ve en önemlisi de petrol ten renginden anlamalıydım, o günün benim umuduğum gibi geçmeyeceğini.

Tek boş şezlongun onların şezlongunun yanında  olması; 'Eee; nolcak ya, nedir yani, iki saat sonra gidicem zaten' diye düşünerek, havluyu serivermeme neden oldu.

Bu kısa havuz tatili uzun zamandır yapamadığım; ertelediğim şeyleri yapmama vesile olacaktı. Örneğin çizgi romanlarımı okuyacaktım, kitaplarımı okuyacaktım.
En önemlisi de, 'SU' yu okuyacaktım.
Buket Uzuner'in 'SU' kitabını o kadar büyük bir heyecanla beklemiştim ki; piyasaya çıkar çıkmaz almama rağmen; vakitsizlikten, hakaret gibi on- on beş sayfa okuyup okuyup çantama tıkıveriyordum.  Fırsat bu fırsat deyip okumaya başladım. 

Kitabıma yeni yeni dalmışken birden uyuz bir ses duydum, kaldırdım kitaptan kafamı, sesin geldiği yöne doğru baktım; şılap şılap ayaklarını yere vura vura bir cisim yaklaşıyor yan şezlonga doğru.

-'Onnö yoa, dondurma alıyııımm yao' dedi cisim.

+' Aaa! Ol- maz! Havuzdan yeni çıktın, hasta olursun oğlumm' dedi annesi.

Bir- iki tepindi, ağlamaklı surat ifadesiyle ısrar etti ama yemedi; alamadı dondurmayı; küstü; dudak büzdü; kollarını kavuşturdu, annesinin şemsiyeyi açıp gölge yaptığı yere oturdu; annesinin içi, rahat etmedi; güneş kremini de şap şap vura vura oğlunun vücuduna yedirmeye başladı.


Oğlu tribinden hiç taviz vermedi, şap şap diye kremlenirken hatta darbelerle hafif hafif sağa sola italikleşirken bile, kavuşturduğu kollarını hiç açmadı. 
Oğlunun inadını kıramayan annesi; yanındaki sarışın, küt şaçlı kadına; o kadının da tanımadığı birinin bir anısını anlatmaya başladı.

'Nesrinciiiim, geçen yaz tatile gitmiştik, Belginlerle, aile dostumuz olur, çok iyi anlaşırız, onun da Doruk diye bir oğlu var, Atakan'nın yaşında, denizden çıktığı gibi dondurma yemiş, boğazları f(e)lan hep şişti çocuğun' diye anlatırken Nesrin Hanım da 'Tüh, tüh, tüh' diye eşlik etti; bir yandan da kazulet çocuğa göz ucuyla bakarak.


Atakan; 'Bonane yao...' dedi, sırtını döndü, kolları hala, aynı ısrarla birbirine kenetlenmiş vaziyetteydi.
Annesi bu sefer bu tribi çoşkuyla karşıladı; sonuçta bu çocuk bozuntusu oradan kalkıp güneşe çıkacaktı ve sırtı henüz kremlenmemişti. Bu pozisyon Atakan'ın sırtına güneş kremi sürülebilecek rahatlıktaydı. Sırtını da şap şap yağladı kazuletin.

^Fırında Atakan yapıyor sanki, Alaaam ya' dedim içimden.

Bir kız çocuğu geldi sonra, Atakan'ın yaşlarında, sarı uzun saçlı, zayıf, pembe bikinili.
Birden, inadım inat Atakan'ın kolları açıldı, saçlar düzeltildi, karın içeri çekildi. 

O arada annesinin konuştuklarını duymadığına eminim.  
Annesi, Nesrin Hanım'a Atakan'ın bünyesinin ne kadar hassas olduğundan bahsediyordu zaten, çok farklı birşey değildi belliki.

Gerine gerine kalktı yerinden Atakan; havuza doğru yürüdü, 'Hayııırr! Yapmaa!!' diye bağırasım geldi ama çok geçti artık herşey için.

Balıklama(!) havuza atladı.
Çok pis pişti Atakan.

Havuzdan gelen suyla zaten, 'SU' yu okumuş kadar oldum. Abarttım son cümleyi biraz.  

:]

Hiç yorum yok: