27 Haziran 2012 Çarşamba

DÜŞmez, ŞAŞmaz ŞAŞar, BEŞer

Düştüm...!
Yolun karşı tarafına geçmek için, trafik lambası kırmızı ışığının altında konuşlanmış yeşil ışığın yanmasını bekliyordum -ki, yeşil ışık tüm zerafetiyle beni ve diğer insanları kendine davet etti. Kulağımda Rihanna'nın "we found love" şarkısı, içim dans ede ede yürürken, Katarina Witt gibi artistik patinaj çekip, Anna Pavlova gibi spagat'ımsı bir hareket yapıp, tüm bunları yaparken de Maria Sharapova gibi "aaeeğğğğhhh" sesi çıkardım..!
Gösterimi, 34 ** 9952 aracın içindeki güzel suratlı şoför arkadaşımın sağ el başparmağıyla "ok!" işareti yaparak onaylaması ve "Aaa!, ayyy! hoppaaa!" nidalarıyla beni yalnız bırakmayan yol arkadaşlarımın desteklemeleri neticesinde, bilinçaltımdan üstüne 'ani' bir hareketle çıkan -reverans yapma isteği-mi gerçekleştirip, yoluma devam ettim.

*Anatomik olarak bacaklar gövdeye kemik köprüler ile bağlanmıştır. Düşme esnasında bu durumdan en çok etkilenen popomuzdur..! :)

TAYT (tight) & POSTİŞ


Tayt (tight); 40 yaş ve 95cm popo üstü kadınlarda bir garip duran, güzel vücutlu bir kadın giydiğinde 100 kaplan gücünde olan, popo görme/gösterme arz talebinin sonucu dizayn edilen giysidir.

Postiş; Bayanların saçlarını uzun göstermek için kafalarına taktıkları 'başkasının saçı' yada 'imitasyon kıl'dır. Bunu alıp kafaya takmaya karar verdiğinizde, saçın arkasının en ortasına 1 tutam tutturulduğunda saç uzamış olmuyor...! Çamaşır sepetinden 1 çorap sarkıyor gibi oluyor, karşıma çıkınca böyle 1 görsel karmaşa, benim de tutup çekesim geliyor..!

Taytımızı (tightimizi) giyelim postişimizi takalım salım salım salınıp süzüm süzüm süzünelim :)

BÜYÜ'me...!

Büyüyememek, masalları bırakamamaktır.
Büyüyememek, yaşın çift haneli rakamlara ulaşırken, ruh halinin tek haneli rakamlarda takılıp kalmasıdır.
Büyüyememek, mutluluklarla, hüzünlerle ilk kez karşılaşıyormuş gibi yaşamı içine çekerek yaşamaktır.
Büyüyememek, yapılan hataları yada benzerlerini fütursuzca yeniden yapabilmektir. 
Büyüyememek, rüzgarı yüzünde hissederek koşmaktır.
Ben büyüyünce Çocuk olacağım.

SAKIZ, ÇİKLET yada CİKLET

Ulusa sesleniş ; Topluluk içinde cıklata cıklata, ağzımızı yaya yaya sakız çiğnemeyelim! Kişi için eğlenceli olabilir ama çevre için rahatsızlık verici. Ağzında sakız olan kişi, hayatın anlamını, az sonraki toplantısını, yarın ki sınavını, sevgilisinin onu terk ettiğini vs vs düşünmüyor gibi..! Kaygısız.. 
Kendinden geçmişcesine sakız çiğnendiğinde şakak kasları gelişip, oynaklaşıyor ve çiğneyen kişinin solungaçları çıkmış gibi oluyor. Bi de sakız çiğnerken ağlanmıyor! Gördüm, ağlarken çiğnemeyi bırakmak zorunda kaldı :) 

ÇOKTAN SEÇMELİ ALGILAR

Türkçe’mizin elastikiyetli yapısından dolayı sıklıkla yaşanan lafı g*tünden anlama durumu aslında dilimizin ne kadar geniş ve bol seçenekli bir dil olduğunun kanıtı :) Benim söylediğimi, karşımdakinin beynini kullanarak anlamaya çalışmak yerine, omurilik soğanına yerleşke kurmuş şartlı refleksleriyle davranarak anlamaya çalışması, algıda seçicilik değil, algıda s*çıcılıktır...! Yanlış anlaşılmalar, paralel evrenlerin en ciciş kapıları, g*tünden anlamalar ise kişileri değil paralelindekine, badozlama karşı yoldaki kapıya saptırıyor. Çok rengarenk bir durum :)

UTANMA! UTANDIRMA! ;)

Herkes kendisi üzerine yapılan övgüler karşısında biraz çaresizdir. Bazı bünyelere doğrultulmuş en büyük silahtır ‘iltifat’. 


*Kimisi (alışkın olanlar) ; Egosunun usul usul okşanması nedeniyle durulup başka bir boyuta geçerken, pası alır hoop! yere inmeden potaya basar. “Ay ay! teşekkür ederim o sizin güzelliğiniz/başarınız/sevecenliğiniz”, “ehem! aman efendim ne demek” vs. 


*Kimisi (alışkın olmayanlar) ; Yapılan iltifat karşısında diyecek laf bulamayıp, lafa kaldığı yerden devam eder, alakasız başka bir konuya geçer yada “hı hıı!” gibi basit bir cevapla garip tepkiler verir.

*Kimisi (kendini sevmeyen, iltifatın varlığından bir haber olanlar) ; Kişi kendiyle pek barışık değildir, hep kendinde kusur bulur… Ama biri ona iltifat edince eli ayağına dolaşır, ne olduğunu şaşırır “yok canım abart-abartıyorsun, o senin şaa-şaaneliğin” vs. gibi cümlelerle kontrolden çıkan durumu bazı denemelerle toparlamaya çalışır.

Ben, iltifat etmeyi de iltifat karşılamayı da beceremem hödük gibi bakar, manasızca sırıtırım, içim bir tuhaf olur, ayy! çok utanırım :)

KOKU'ş KOKU'ş


Belediye otobüsü ve minibüs 2012 yaz sezonu “ter kokusu” modası geçen hafta itibariyle yaygınlaşarak başlamış bulunmaktadır. Kendisini “ten” kokusuyla karıştırmamak lazım. Her insanin kendine has, sahip olduğu özelliklerden biridir ten kokusu. Kişi eğer uzun süre yıkanmamış ya da kirli değilse güzel bile olabilecek bir kokudur. Ülkemizin Müslüman olmasından hareketle, temizliğin imandan geldiği dinimizde ter kokmak tezat bir durumdur. Herkes şartlar ve imkanlar dahilinde yaşar. Ancak yıkanmak denen şeyi çok sık tercih etmedikleri için ve tüketilen yiyecek maddelerine göre evrim geçirip üreyen bakteri, “ter kokusu” olarak erkek, kadın, çoluk-çocukta vücut bulur.

*Belediye otobüsünde yanınızda kollarını kaldırmış vaziyette ayakta duran insan :
Ter kokusu değilmişte 404 yada pritt yemiş/yutmuş gibi esanslıdır ve burnuna bıçak sokuluyormuş hissiyle bütünleşerek, yaşama sevincini alan “ter kokusu”dur.

*Spor salonlarındaki düşüncesiz ve anti-medeni insan :
Gün içinde sarımsaklı ya da soğanlı besinler tüketerek, çalıştığı aletlerde, ve geçtiği her yerde hare hare bıraktığı, tanımlara sığmayan, konfüze edici, şok etkisi yaratan “ter kokusu”dur.

*Restoranlarda yemeği getiren garson :
Ter kokusu üzerine, kamufle amaçlı bolca deodorant sıkarak kimyasal silah etkisi yaratan, kişiden önce koştura koştura gelen, kolunu masaya doğru uzatmasıyla anoreksiyaya heveslendiren “ter kokusu”dur.

Parfüm şişesini üzerine boşaltanlar da nazarımda eşdeğerdedir. Bu vb. durumlara kısa süreli maruz kalındığında yoğurt ve ayranla atlatılabilinir. Uzun süreli maruz kalındığında serum tedavisi önerilebilinir :)