14 Temmuz 2012 Cumartesi

C.TAZ-3

Sigara içmemden nefret ederdi. Gülümserdim, elimde değil der gibi. 
Sözünü dinlemediğimden ince ince bir 'of' çeker, gözlerini devirirdi. Ben bir sigara daha yakardım.
İnatlaşırdım hatta biraz, derin derin sigarının dumanını içime çeker, ciğerlerime yapışmayan dumanı yavaş yavaş havaya üflerdim. Göz ucuyla izlerdim tepkilerini. Acıyordu bana, kızmaktan daha çok acıyordu bana!

Akşam üstü bir çay bahçesindeydik. Ben çay, o da oralet söyledi, çocukluğunun önerisiymiş. Anlamadım pek, gülümsedim tekrar.  
Çayın bir kısmı tabağının içine dökülmüş vaziyette geldi siparişim. Hırçınlaştı, O'na göre, 'Beceremeyeceksen bir işi, hiç yapmayacaksın'dı. Sevmezdim ben onun bu huyunu.  Ses etmedim, garsonun onun sözlerini duymamasını umarak.

'Neden beni rahat bırakmıyorsun?' diye sordum; o çay bahçelerinden nefret ettiğini anlatırken.

Onu dinlemediğime bozulduğunu belli etmemeye bile çalışmadan cevap verdi.

'Rahat mı? Bırakmak mı? Sen beni bırakmıyorsun! Sen çağırıyorsun, ben ayağımı sürüye sürüye geliyorum.' dedi. 

Karnımdaki derin kara boşluğun emmediği tek duygum, öfkemdi. Gençken kusardım pervasızca.
Büyüdükçe öfkem azaldı, dinginleştim. Ama o anda ağız dolusu küfürü ardıarkasına haykırmamak için kendimi zor tuttum. İnsan büyüdükçe, dem vuruyor öfkesine de, neşesine de.

'Pardon hanımefendi, arkadaşınız gelmeyecek galiba, oralet soğudu, değiştirelim arzu edersiniz' dedi garson, öfkemden gözlerim dolduğunda.



 

13 Temmuz 2012 Cuma

KORKU




Evde yalnızken,içerden bir ses gelince,elime bıçak alıp evi dolaşıyorum ki birini görürsem,korkudan kendimi 27 yerimden bıçaklayabileyim.Abi neyin triibindeyim anlamadım gitti bunca zamandır.Evde yalnızken duyduğumm tıkırtıları,ömrü hayatım boyunca duymamışımdır.Sanki birileri sözleşiyor..''Ezgi evde tekmiş,gidip tepinelim,ürkütelim,zati salak bişeye benziyo kendini vursun..'' Hiçte karşı çıkmam hee.İlk olarak alırım bıçağımı falan 'ki ekmek ya da meyve bıçağı olur' fon müziğim de kafamda çalar hep..Sonra odaların kapılarını çatara patara ittiririm falan..Hayır biliyorum biri çıksa karşıma,o bıçak benim alnımda saplı..Net yani..Bir arada izlediğim korku filmlerinden yola çıkarak,sapıkların,katillerin,şeytanların falan hep dubleks evlere girdiğini tespit etmiştim,rahata takmıştım,çayımı yudumluyodum.Ama yine geldiler valla bana.Birgün evde yalnızken sanırım psikolojik ölümüm gerçekleşecek.Hayır,ölümümün bu şekilde olması hiç hoş değil.Ecelle ölmek değil yani bu.Bildiğin mallıktan ölmek.Mezar taşıma da: ''dün YOĞUN BAKIM, bugün YOĞUM BAKIN'' yazsınlar.Hiç suratınızı buruşturmayın,bence komikti.Öyle yani naber?

ÇOK TATLIYIM:/

    Bişey söylicem..Abicim ben orta yaşın üstündeki amca-teyzelerin esprilerine zorla güleyim 


derken,suratımın aldığı şekli sevmiyorum yaa:/ Mesela geçen gün saç boyası almaya gittiğimiz 


dükkanda ufak bir ayna beğendim.Tabi sorduğum soru net olarak:''Abi kaça 


bu?''oldu.Pazardan çorap alıyorum ya çünkü..Abi hafiften gülümseyerek:'' 5 lira yeeaa'' diye 


cevapladı.Tabi ben tepkilerini kontrol edemeyen bir şahıs olaraktan:'' yuh be abim 


naptın''demekten alıkoyamadım kendimi.Neyse ayna elimdeydi,ben onu tam yerine 


koyacakken,güzel abimiz birden kasadan fırladı ve aynayı elimden aldı.Bende: ''Ben koyardım 


yerine'' diye samimyetsiz bir şekilde ısrar ettim.Birden abi:''Al hadi çok istiyorsan..'' dedi.Ben 


de tüm mallığımla:''aaa yok çok teşekkürler ama kabul edemem..'' dedim.Evet,çünkü ben bir 


asalaktım ve adam bana yerine koymak için ısrar ediyorsan,al,koy diyordu ama ben bana 


hediye edecek sanıyordum.Ben tam anlamıyla bir rezildim..Ve bunu henüz anlayamamışken 


aynaya sımsıkı sarıldım..Adam da bir ucundan sımsıkı tutuyordu..İçimden:'' lan madem hediye 


edicen,ne diye sımsıkı tutuyosun!'' diyordum..Sonra olayı farkettiğimde:'' 


ahahahahhahahahahaha oldu ozaman iyi günler..'' diyip kapıdan çıkıyordum ki; adamla 


yaşadığım dialoğa şahit olan iki şahıs.O an anladım ki bazen tipimle olsun,kuramadığım 


cümlelerimle olsun on numara bi insanım.Bunun açılımı: ''embesil,itici ötesi bir asalak..'' . Hee 


bir de babamın yaptığı esprilere hep gülmek zorundayım.O bir fenomen çünkü (kendince). 


Sözün özü bu gibi durumlar da suratımın aldığı şekli hissediyorum.Hafif yanmalar falan. 


ıyyyyykk..

SİNEMA

Bilet kesen kişi: Aman off, bir çift geliyor yine. Bıktım artık, bir saat yer seçemezler şimdi. 'Şurası olsun mu aşkım' 'Sen bilirsin bebeğim ama çok yakın perdeye' falan filan.. Madem sen bilirsin diyosun da ne diye yakın diyorsun! Ne yapmaya çalışıyorsun sen, amacın gayen ne senin arkadaş?!?
Yahu bir de filmin saatine bakmıyorlar ya, kıl oluyorum arkadaş! Kaçta başlayacakmış! Ebende başlayacak! Oraya biz haybeye astık afişi zaten. Git bak, çok mu zor?

-Merhaba! Filmimiz birazdan başlayacak. Nerede oturacaksınız? Ekranda boş yerlerimiz gözüküyor oradan seçebilirsiniz efendim.

Bilet kontrol eden kişi : Aha! Yine dışarıdan yiyecek- içecek getiriyorlar. Salak mıyım ben? Çanta patlayacak. Pepsi mi o? Marka okuyorum artık kumaş üstünden. 'Aç çantanı,' da diyemem, ayıp, biliyorlar tabi diyemeyeceğimi.
Ah!! Hayat çok anlamsız! Bazen; sanki hiç bir iş yapmıyormuş gibi hissediyorum kendimi. Biletin köşesini yırtmaktan başka ne iş yapıyorum ki ben? 

-Merhaba! Biletinize bakabilir miyim? 
Çırt'! 
-İyi seyirler!

Yer gösterici :Hani bahşiş veriyorlardı ya bu işte! Göstermiyorum ya, herkesin okuması yazması var, bulsunlar yerlerini! Hayret bişey yaaa!

-Buyrun, bakayım bi biletinize, hımm K sırası 5 ve 6 numara. İyi seyirler!
 ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Bugün sinemaya gittik de ayıptır söylemesi. Film kötüydü.. 

Ama aynı şeylere güldüğünüz bir insan varsa yanınızda, kötüler o kadar da kötü görünmüyor gözünüze.

 
Ben yukarıda yazılanları düşündüm bir ara, böyle bir yazı çıktı ortaya..

UYARI: Bu filme gitmeyin. İlla izlerim ben diyorsanız, korsan alın.







YA SONRA..


      
                       













Alışmak,çamaşır suyu içmek kadar gereksiz ve zararlı bence..Bi eşyaya 

alışmak,bi adama alışmak,bi kadına alışmak..Önce bi merhaba,sonra 

telefonlaşmalar,buluşmalar falan filan..Sonra onu hep görmek istersin..Her 

kafan bozulduğunda onu ararsın..İçersin,dağıtırsın,gelip seni ''o'' toplasın 

istersin...Bütün bunlar neden,niçin,düşünmek bile istemezsin..Halbuki ''o'' 

sigara paketin gibi heran elinin altında olabilecek bişey değildir ki..İlk 

zamanlar onun seni gülümsetmesi hoşuna gidecek,onu gülümsetmek en büyük 

keyfin olacak..Herşeyi beraber yapmalar,gülmeler,eğlenmeler falanlar 

filanlar..Mesela karşılıklı oturup rakı bile içebilirsin,ilk dubleni kusmuş bile 

olsan devam edebilirsin,,İkinci dublenin yarısını masaya döksen bile devam 

edebilirsin..Çünkü bütün engellere rağmen sen ''onunla'' sındır..Ne sıfatla 

olduğu mühim değil..Onun yanında ağlayabilirsin de,hiç sorun değil..Mutlaka 

sana şevkatle sarılıp,gözyaşını silecektir..Sonra bisürü küçük gemi inşa eder 

''o''..Bunlar ne demene kalmadan,bırakır o gemileri açık denizine..Sen 

kalakalırsın..konuşmak,şimdi sağır birine bi şarkı mırıldanmak kadar anlamsız 

gelir..Susarsın,,susarsın,,susarsın,,,O gemileri geri getiremeyeceğini 

anlarsın,iş işten geçmiştir...Sonra bi sandal inşa eder ve ''o'' da gider..Sen yine 

susarsın,,Halbuki ne de güzeldi dersin kendi kendine,,''Ne de güzel 

gülüşürdük,dünya dururdu sanki..''Ama aslında dünya herşeye rağmen dönerdi 

ve sen bu gerçeğin bi tokat gibi yüzüne çarpmasından hep korkardın..O tokatı 

yediğinde bi süre salağı oynarsın..''Aman alışkanlık işte,haftaya geçer...''


Evet ''o'' pes eder,ve sendeki ''o'' biter gider...Çok üzülmezsin,çünkü bilirsin ki 

sen ''o'na'' dünyanın en gerçek gülüşlerini verdin.Neyse demem o ki;alışmalar 

kötüdür,hatta berbattır..Alışmaya başladığınız herşeyden uzaklaşın 

düşünmeden..

çünkü ''o herşey'',sizin ona alışmaya başladığınızı hissettiği anda canınızı 

acıtmaya çalışacaktır..

İzin vermeyin.Herkese gülümseyin,ama en gerçek gülüşlerinizi herkese 

göstermeyin.Onları kendinize saklayın,yada sokaktaki küçük bi çocuğa..

Bu yazıda yaşanmışlık aramayın...

Sizde biliyosunuz ki bu hikaye hepimizin ufak bi özeti..

iyi günler..

12 Temmuz 2012 Perşembe

UYUMA, DOĞUR! :)


Kimine göre kendine aile yaratma, kimine göre ölümsüzlük iksiri, bazı cin fikirliler için geçici çözüm, ancak kökenleri çok eskilere dayanan 1 mucizedir doğum! Kendimde doğurduğumdan mütevellit nasıl olduğunu bildiğim dayanılmaz bir acıdır, saçının ucundan ayak parmağına kadar ter içinde kalıyorsun, yaşayınca anlıyorsun. Çok yorucu. O kadar yorucu ki, sancının mola verdiği  45 sn'lik aralarda uykuya dalabiliyorsun. Hah! İşte tamda bu noktada annemin beni doğurma anını yazmak istiyorum. Annem dayanılmaz sancılar çekerken ev-ebe entegrasyonunda şöyle doğmuşum ben ; 
Beni doğurtanı yani bana ilk dokunan insanı hep çok merak etmişimdir. Merak etmeye başladığım zamanlarda ölmüştü kadıncağız. Hakkında tek bildiğim beni doğurturken çok zorlandığı. Annecimin işte o 45 sn’lik molaları az uzun sürmüş, bildiğimiz "tatlı tatlı uykusu gelmiş" :)) Uyuyormuş yani ve hatta olayın ehemmiyetini hiçe sayarak “bırakın uyuyayım” diyormuş. Ben, afedersiniz rahim ağzında ölee kalakalmışım. Ebe’cimde “kızım uyan çocuğu boğcan” diyomuş. Annem yine şuur yoksunu bilinçsiz 1 fukara olarak, doğurmasına ramak kala  “azıcık uyuyayım, uyanınca doğurayım” diyormuş. Ebe’cim en sonunda yaradana sığınıp anneme bi tokat çakmış “ıkın uleyyn!” tadında bağırıp, annemi uyandırmış! Ben de üzerinize afiyet 1 çırpıda (avazda) olmasa da bu dünyaya nahoş gelmişim gayri :)
Uykuyu çok sevmem bu sebeptendir! Ailemin vardığı sonuç budur! ;)



11 Temmuz 2012 Çarşamba

The Bells Toll for Syria


Let’s go back to near history. To the beginning of the WW I, when the Germany was trying to involve the Ottoman officially in the war. We would all remember the bren-carriers called Yavuz and Midilli or better known as Goeben and Breslau. These carriers came into the Ottoman waters from Çanakkale gate and later the Ottomans claimed them and recalled them Yavuz and Midilli. Afterwards, as those carriers bombed the ports of Sevastopol, the Ottomans were also pulled into the war.

And today, there are two obstacles left before the reformation of Middle East, which has started as Arab Spring. One of them is Iran, whereas the other is Syria.  Even though the NATO, United Nations and USA – I guess it would be better to call them “Allied Powers” –provide every kind of support to rebels in Syria, the rebels in Syria could not eventually be successful as they are not skilled as the ones in Egypt and Libya. There is one option left; choosing a victim country to wage a direct war against that country… 

The increasing Arab admiration and Neo-Ottomanism movement have been an obstacle against the Government to involve in a war. So what should be done for that??? Actually the answer has been quite simple. The ones, who know that the Turks would never accept a twist in the wind, pushed the button and made a Turkish jet crash down in the offshore waters of Syria. Syria claimed it was a violation in the sovereign base area, where the Turks saw it as an unacceptable mistake and started to have war paints on. Here comes the question; have you ever filed a complaint to the police against your friend just because he hit you once? Or have you ever sued someone just because he threatened you once? For a legal sanction, the precondition is the continuity of the attack. So? So, as you cannot claim that your jet, which was made crash down by Greek Mirage planes as a declaration of war, you cannot claim this as a declaration of war, either.

And, despite all done, can Turkey be involved in a possible war by a president that is the co-chairman of the Big Middle East plan? I don’t think it is a must to be fortuneteller to guess that. A country, which claims it was an accident that you plane crashed down by the Greek planes, goes in front of cameras and calls the NATO with regards to the Article 4.
Yes, I guess the bells toll for Syria or rather BesharEssad…